DEVA İKTİDARININ TEMEL HAKLAR EYLEM PLANI

HEDEF TAM DEMOKRASİ

Hakkındaki Videoyu Oynat Temel Haklar cover

TEMEL HAKLAR EYLEM PLANI

Biz, tam demokrasiye giden yolun hak ve özgürlüklerden geçtiğini biliyoruz. Türkiye’ye bir zihniyet değişimi öneriyoruz. Vatandaşlarımızın özgürlüklerini doyasıya yaşayacağı Türkiye’nin hızla zenginleşeceğini bilerek yaklaşımımızı ortaya koyduk. Şimdi prangaları sökmenin vaktidir. 

İnsan Onurunu Esas Alan Anayasal Devlet

1. İNSAN ONURUNUN KORUNMASINA DAYANAN ANAYASAL DEVLETİ TAHKİM EDECEĞİZ

NEDEN?

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bugüne her zaman anayasalı bir devlet olmuştur ama hiçbir zaman devletin hukuka bağlı kaldığı, temel hak ve hürriyetlerinin bütünüyle güvence altına alındığı anayasal bir devlet olamamıştır.

 

Benzer şekilde askeri bir darbe ürünü olan Anayasa, bireyi devlet karşısında güçsüzleştiren, bireyin haklarından ziyade ödevlerini öne çıkaran ve temel hak ve özgürlükleri geniş bir biçimde kısıtlayan yapısı ile demokratik bir toplum düzeninin oluşmasının önünde önemli bir engeldir. 2001 ve 2004 yıllarında yapılan Anayasa değişiklikleri, temel hak ve özgürlüklerin iyileştirilmesi yönünde önemli gelişmeler olsa da en son 16 Nisan 2017 referandumu ile gerçekleştirilen değişiklikler ve son yıllardaki Anayasa dışındaki fiili uygulamaların yoğunlaşması ve kalıcılaştırılması, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin günümüzde Anayasa ile bağlı bir devlet olmaktan uzaklaşmasına yol açmıştır.

 

Bugün Anayasanın; devletin anayasal bir devlet olmasını engelleyen katı merkeziyetçi, dışlayıcı ve temel hakları kısıtlayıcı anlayışının aşılması hedeflenmeliyken geldiğimiz noktada Türkiye Cumhuriyeti anayasalı bir devlet olma vasfını dahi fiilen yitirmiş bulunmaktadır. Bu sebeple öncelikli olarak anayasalı devlet anlayışını yeniden tesis etmeyi ve bu anayasalı devletin anayasal bir devlete dönüşmesi için gereken reformları gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. 

 

Anayasal bir devlet varlık sebebini insana dayandırır, anayasal devletin temel sorumluluğu insan onurunun korunması ve yüceltilmesidir. İnsan onuru Anayasa’nın taşıyıcı ilkesi ve en öncelikli anayasal değerdir; devletin görevi ve meşruiyet kaynağı insana hizmettir. Bu sebeple Anayasa’da yer alan insan onuru teminatı; yasama, yürütme ve yargıdan oluşan tüm devlet erklerini bağlar ve tüm değer yargılarının esasını oluşturur. 

 

Temel hak ve özgürlükler var oluşla kazanılan, kaynağı insan onuru olan vazgeçilmez ve devredilmez hakları ve özgürlükleri ifade etmektedir. DEVA Partisi olarak tüm kurum, işlem ve eylemleriyle insan onurunu koruyan ve yücelten bir devlet anlayışını hedefliyor, temel hak ve özgürlükleri merkeze alan özgürlükçü demokrasiyi savunuyoruz. 

 

NASIL?

  • İnsan haklarına dayanan bir devlet anlayışının gereği olarak insan onurunun dokunulmaz ve anayasal düzenin temeli olduğu ilkesini Anayasa’da açıkça düzenleyecek; devletin, insan onuruna saygı göstermek ve onu korumakla yükümlü olduğunu anayasal güvenceye kavuşturacağız. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin niteliği” başlıklı 12. maddesinde köklü bir değişikliğe giderek madde başlığını “İnsan onuru, temel hak ve hürriyetlerin niteliği ve bütünlüğü” şeklinde değiştireceğiz. 12. maddenin ilk fıkrasına “İnsan onuru dokunulmazdır ve anayasal düzenin temelidir. Devlet, insan onuruna saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür.” hükmünü ekleyeceğiz. 

 

  • Yeni bir Anayasa yapımının ve anayasa değişikliklerinin olağan dönemlerde, katılımcı ve müzakereci bir yöntemle, geniş bir mutabakatla gerçekleştirilmesi gerektiği bilinci ile anayasal devlet niteliğini hak eden, toplumsal talepleri merkeze alan, tüm farklılıkları değerli gören, devlet gücünü hukukla sınırlandıran ve toplumsal sözleşme niteliğindeki bir anayasayı hayata geçireceğiz. Yeni Anayasa’nın insan onuru, katılımcılık ve çoğulculuk esası üzerine kurulmasını sağlayacağız

 

2.TEMEL HAKLARIN GÜVENCEDE OLDUĞU BİR KORUMA SİSTEMİ KURACAĞIZ 

 

NEDEN?

Anayasal devlet, temel hak ve hürriyetleri insanlara bahşeden değil, aksine meşruiyetini temel hak ve hürriyetlerden alan bir kurallar sistemidir. Dolayısıyla temel hakların güvence altına alınması anayasal devletin özüdür. 

 

İnsan hakları ihlallerinin önlenmesine yönelik etkili bir koruma sisteminin oluşturulması, Anayasada güvence altına alınan temel hak ve hürriyetlerin sadece kâğıt üstünde yazılı bir iyi niyet temennisinden ibaret olmaması ve insan hayatına gerçek manada dokunabilmesi için bir zorunluluktur.

 

Anayasa’nın insan haklarına dayanan bir anlayışta olmamasıyla paralel olarak, insan hakları ihlallerini önleme mekanizmasına yönelik ülkemizde öngörülen kurumların temel hak ve hürriyetleri korumada etkili bir işlevi yoktur.  Anayasal bir devlet iddiasının gereği için bu kurumların işlevsel hale getirilerek etkili bir insan hakları koruma mekanizmasına dönüşebilmesi için gereken tedbirleri alacağız.

 

NASIL? 

  • Temel hak ve hürriyetlerin bir bütün olduğu, birbirini tamamladığı ve yasama, yürütme ve yargı organlarını bağladığını Anayasa’da düzenleyeceğiz.  Anayasa’nın 12. maddesine, “Temel hak ve hürriyetler bir bütündür, birbirini tamamlar ve yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar. Devlet, temel hak ve hürriyetlerden herkesin etkili biçimde yararlanmasını sağlayacak her türlü düzenlemeyi yapmak, tedbiri almak ve ihlalini önlemekle yükümlüdür.” hükmünü ekleyeceğiz.

 

  • Anayasa’nın 13. maddesinin başlığını “Temel hak ve hürriyetlerin üstünlüğü” şeklinde değiştirecek, maddenin ilk fıkrasına “Hürriyet esas, sınırlama istisnadır. Tereddüt halinde yorum hürriyet lehine yapılır.” ifadesini ekleyerek Anayasa’daki temel hak ve özgürlüklere ilişkin tüm sınırlama nedenlerini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve hürriyetin esas olduğu anlayışı doğrultusunda tekrar düzenleyeceğiz.

 

  • Anayasanın temel hak ve hürriyetler ile birlikte “ödev” kavramına da vurgu yapılması, Anayasa’nın birey yerine devlet ve toplum merkezli bir anlayışa sahip olduğunun göstergesidir. Merkezine bireyi alan anayasal devlet anlayışından hareketle hak ve özgürlüklerin ödev olarak vurgulanması anlayışına son verecek, Anayasa’da hak ve özgürlük kavramının yanında yer alan ödev kavramını Anayasa’dan çıkartacağız.

 

  • İnsan hakları ihlallerinin önlenmesine yönelik kurumların kendi aralarında ve yüksek mahkemelerle olan iş birliklerini artıracak ve koordinasyonlarını sağlayacağız.

 

  • TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun etkinliğini artıracağız.

 

  • Kamu Denetçiliği Kurumu’nun bağımsızlığını tesis ederek; tüm kamu kurum ve kuruluşlarını denetleme ve re’sen soruşturma yetkileriyle donatacağız. Baş denetçinin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından nitelikli çoğunlukla seçilmesini sağlayacağız. Kamu Denetçiliği Kurumu tarafından verilen kararların etkinliğini arttırmaya yönelik gerekli çalışmaları yapacağız.   

 

  • Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun yapısal, işlevsel ve mali açılardan bağımsızlığını sağlayarak OPCAT ve Paris Prensipleri ilkelerine uyumlu hale getireceğiz. Kurumun liyakat sahibi kişiler tarafından yönetilmesini sağlayacak, kurum tarafından yayımlanan ziyaret raporlarındaki ilke ve yöntem hatalarını ortadan kaldıracağız. Kurum tarafından verilen kararların, kişisel verileri koruyacak şekilde erişime açılmasını sağlayacağız. 

 

  • Kişisel Verileri Koruma Kurulu’nun çalışmalarını uluslararası alandaki gelişmeler ve Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü (GDPR) kapsamında etkin ve verimli bir şekilde yerine getirmesini sağlayacak ve gerekli tedbirler alacağız.

 

  • Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’nun etkinliğini artıracağız. 

 

  • Kolluk Gözetim Komisyonu’nu yurtdışındaki örnekleri olan Bağımsız Kolluk Şikayet Mekanizmalarını ve ilgili görüşleri de dikkate alarak yeniden yapılandıracak, komisyonun bağımsızlığını sağlayarak etkinliğini artıracağız.

 

  • İl ve ilçe insan hakları kurullarının şeffaflığını sağlayarak, etkinliklerini artıracağız.

 

  • Yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi veya edilmemesi sebebiyle oluşan mağduriyetlerle ilgili başvuruların, AYM’ye başvurmaya gerek kalmaksızın Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu tarafından adil bir şekilde karara bağlanmasına yönelik gerekli düzenlemeleri yapacağız. 

 

  • Ceza infaz kurumlarının denetim ve takibinin, uluslararası standartlara uygun olarak daha etkili bir şekilde yapılabilmesi amacıyla barolar ve sivil toplum kuruluşlarının da etkili şekilde yer aldığı bağımsız bir ceza infaz insan hakları izleme kurulu oluşturacağız. 

 

  • Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurullarının etkinliğini artırmak amacıyla yapısını gözden geçirerek bu kurullara nakil aracı ve hastane gibi kurum dışındaki yerlerde de denetleme yetkisi vereceğiz.

 

3.YARGI BAĞIMSIZLIĞINI TEMİNAT ALTINA ALACAĞIZ

 

NEDEN?

Türkiye demokrasi ve hukuk devleti olma bakımından çok ciddi bir gerileme ile karşı karşıyadır. 2021 yılı hukukun üstünlüğü endeksinde Sudan, Rusya, Çin ve Belarus’un dahi gerisinde kalarak 139 ülke arasında 117. sırada yer alıyoruz.  Çok acıdır ki yine bu endekste Türkiye, temel haklar konusunda sondan 8. olarak 133. sırada yer almaktadır. Nitekim, Türkiye’de yargıya güven 2021 yılında %21’e kadar düşmüştür. 

 

Yargı bağımsızlığının iflas ettiği bir sistemde, temel haklara yönelik anayasal ve yasal güvenceler anlamsızlaşmaktadır. Ceza yaptırımları, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, ifade özgürlüğü vb. haklar üzerinde baskı aracına dönüşmüş tehditkâr ve sindirici etkilere yol açmaktadır. Öte yandan, HSK yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlama konusunda oldukça kötü bir sınav vermeye ve iktidarın talepleri doğrultusunda yargıyı şekillendirmeye devam etmektedir. Bu nedenle, bu sorunların çözülebilmesi ve temel hakların güvence altına alınabilmesi için yargı bağımsızlığının tamamıyla tesis edilmesi zorunluluktur. 

 

NASIL?

  • Hakimler ve Savcılar Kurulu’nu kaldıracak, Hakimler Kurulu ve Savcılar Kurulu şeklinde iki farklı kurul oluşturacağız.  Kurulları çoğulcu bir yapıya kavuşturacak ve siyasetin tahakkümünden kurtaracağız. Her bir meslek grubu için görevin gereklerine uygun ayrı düzenlemeler yapacağız.

 

  • Anayasa’nın 37. maddesinde düzenlenmiş olan tabii hâkim ilkesini tekrar tesis ederek adil yargılanma hakkını güvence altına alacak, kişiye veya olaya göre kurulan mahkemelerde yargılama yapılmasını engelleyeceğiz. Bu bağlamda, Venedik Komisyonu tavsiyeleri ışığında Sulh Ceza Hakimliklerini kaldırarak bunların yerine Sulh Ceza Mahkemelerini kuracağız. Bu mahkemelerin görev, yetki ve işleyişlerini hukuk devletinin gereklerine göre düzenleyeceğiz.

 

  • Yüksek yargı organlarının üye seçimlerinde siyasetin etkisini azaltacak, çoğulculuğu ve liyakati esas kılacağız. 

 

  • AİHM ve AYM kararlarının uygulanmasını sağlayacak tedbirleri alarak temel haklara yönelik ihlallerin sonlandırılmasını sağlayacağız. 

 

  • Yerel mahkemelerin, AİHM ve AYM içtihatları ile uyumlu kararlar almasını ve bu mahkemeler tarafından verilen kararların derhal uygulanmasını sağlayacak düzenlemeleri gerçekleştireceğiz.

 

  • Mahkemelerin hukuk dışı karar vermelerinin önüne geçeceğiz. Hâkimlerin terfilerinde, verdikleri kararların AİHM ve AYM içtihatlarıyla uyumunu temel ölçütlerden biri olarak kabul edeceğiz.

 

  • Görevini kötüye kullanmak suretiyle AİHM ve AYM’nin hak ihlali kararı vermesine sebep olup devleti tazminata mahkûm ettiren ve zarara uğratan hâkimlere ve savcılara bu tazminat ve zararın rücu ettirilmesini sağlayacağız.
Eşit Vatandaşlık ve Ayrımcılık Yasağı

1.TEMEL HAKLARDAN HERKESİN EŞİT ŞEKİLDE YARARLANMASINI SAĞLAYACAĞIZ

 

NEDEN?

Anayasa’nın kanun önünde eşitlik başlıklı 10. maddesinde, herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle eşit olduğu belirtildikten sonra, devlet bu eşitliğin hayata geçirilmesiyle yükümlü kılınmış ve devlet organları ve idare makamlarının bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda olduğu vurgulanmıştır. 

 

Anayasa’nın bu açık hükmüne rağmen, ülkemizde eşitlik ilkesi yerine ötekileştirme ve kayırmacılığa dayanan bir anlayış egemendir. Ne yazık ki çeşitli yargı kararlarına rağmen ülkemizde eşitlik ilkesi yaşama geçirilememiş; çeşitli temellerde azınlık teşkil eden grupların hakları güvence altına alınmamıştır. Öte yandan yine anayasal bir kural olan kamu hizmetlerine alınmada eşitlik ilkesi yok sayılarak liyakat ilkesi rafa kaldırılmıştır. 

 

NASIL?

  • Mevzuatta eşit vatandaşlık ilkesini güçlendiren ve ayrımcılıkla mücadeleyi devlete pozitif bir yükümlülük olarak yükleyen düzenlemeler yapacağız.

 

  • Temel hak ve özgürlükleri; dil, din, mezhep, etnik köken, cinsiyet, siyasi ve sosyal aidiyet ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin tüm insanlar için güvenceye kavuşturacak ve iç hukukumuzu uluslararası standartlarla uyumlu hale getireceğiz.

 

  • Ötekileştirme hissi doğuran tüm uygulamaları ortadan kaldıracağız. 

 

  • Her türlü kamu personeli alımında mülakatı kaldırarak yazılı sınav sonuçlarını esas alacak, böylece kamu alımlarında adayın kimliğine bakılarak ayrımcılık yapılması ihtimalini ortadan kaldıracağız. Yapılacak işin niteliği gereği sözlü mülakat yapılmasını gerektiren zorunlu halleri istisnai olarak kanunla düzenleyecek, sözlü sınavlarda adaylara yöneltilecek soruların kura usulüyle belirlenmesini, sözlü sınav ve mülakatların kayda alınmasını sağlayacağız.

 

2.KAPSAYICI BİR VATANDAŞLIK TANIMI YAPACAĞIZ

 

NEDEN?

Vatandaşlık, bireyi devlete bağlayan siyasi ve hukuki bir bağdır. Vatandaşın devlete olan aidiyetini gösteren bu bağ, aynı zamanda onun devlet karşısındaki hakları ile ödev ve sorumlulukları arasındaki ilişkiyi de ortaya koyar. Bu yönüyle, vatandaşlık bağının Anayasada düzenleniş şekli ve vatandaşlık ilişkisinin niteliği, devletin nasıl bir birey ve toplum tahayyül ettiğinin de açık bir yansımasıdır.  

 

Türkiye’de anayasalar, toplumun eşitlik, özgürlük ve demokrasi taleplerini yansıtmaktan ve çoğulcu demokrasiyi tesis etmekten uzak kalmıştır. Anayasanın bireye ve devlete yüklediği anlam, toplum ve kimlik tasavvuru, devleti tüm yurttaşlara eşit mesafede duran bir hakem olmaktan çıkarıp bir taraf haline getirmiştir. Anayasanın 66. maddesinde yer alan vatandaşlık tanımı, bu durumun en açık göstergesidir.

 

Kabul edeceğimiz vatandaşlık anlayışında herhangi bir etnik, dini ya da kültürel kimliğe atıf yapılmayacak, farklılıklar arasında birisini diğerlerine karşı ayrıcalıklı kılan bir tercihte bulunulmayacak ve her vatandaşı eşitlik temelinde kapsayan bir anlayış benimsenecektir. 

 

NASIL?

  • Anayasanın 66. maddesini “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ile ilgili esaslar dil, din, etnik köken, mezhep ve benzeri farklılıklar gözetilmeksizin kanunla düzenlenir.” şeklinde yeniden düzenleyerek kapsayıcı bir vatandaşlık anlayışını benimseyeceğiz. Vatandaşlığın kazanılması, kaybedilmesi ve vatandaşlıktan çıkarılmaya ilişkin hükümlerin kanunla düzenlenmesini sağlayacağız. 

 

3.ANADİLİ İLE İLGİLİ HAKLARI ANAYASAL GÜVENCEYE KAVUŞTURACAĞIZ

 

NEDEN?

Anadillerin gelişiminin devlet tarafından desteklenmesi, anadilin öğrenilmesi için kursların açılması, anadili öğretecek kişilerin yetiştirilmesi, farklı anadillerin geliştirilmesi için üniversitelerde enstitü ve bölümler açılması gibi anadil hakkının teminatında yaşanan sorunlar hala güncelliğini korumaktadır. Ayrıca kişinin kendi anadilinde konuşması, eğitim alması, iletişim kurması, kültürel bir hak olmanın yanında çocukluktan itibaren kişinin ruhsal gelişiminin sağlıklı bir şekilde oluşmasına da katkı sağlamaktadır.

 

Anadilin hayatın her alanında kullanılması, öğrenilmesi ve geliştirilmesi ile beraber anadilinde eğitim alınması temel bir haktır. Ayrıca eğitim ve öğretimde ortak ve resmi dilimiz Türkçenin yanında; anadili Türkçe olmayan çocukların anayurtlarında kendi dilleri ve kendi kimlikleriyle var olabilmeleri için kendi anadillerinde de eğitim almalarının ve anadillerini rahatlıkla konuşabilmeleri şarttır.  Oysa ülkemizin çok kültürlü ve çok dilli toplum yapısına rağmen, farklı anadillerin ve lehçelerin öğretilmesi, kullanılması, korunması ve geliştirilmesi etrafında yaşanan tartışmalar ve bunun yol açtığı çatışmalar uzun bir zamandır devam etmektedir.

 

Anadilinde eğitimin bir hak olarak kabul edilmesinin yanında, farklı kimliklerin varlığının teminat altına alınması; yerleşim yerlerinin eski adlarının da yerel toplumun taleplerine uygun bir şekilde aslına döndürülmesi, yine farklı anadile ait isimlerin çocuklara hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın verilebilmesini gerektirmektedir.  

 

NASIL?

  • Anayasası’nın 42. maddesini değiştirerek ortak ve resmi dilimiz olan Türkçeye ek olarak eğitim ve öğretimde anadilinin kullanılması ve geliştirilmesi hakkını anayasal güvenceye kavuşturacağız. Anadilinde eğitimin önündeki engelleri kaldıracağız.

 

  • Yukarıdaki hedefler doğrultusunda, Millî Eğitim Bakanlığının kurumsal yapısında gerekli düzenlemeleri yapacağız.   

 

  • Üniversitelerde gerekli kurumsal altyapı oluşturacak, büyük kentler de dahil olmak üzere farklı anadili ve lehçelere ilişkin bölümler açacağız. 

 

  • Anadilinin geliştirilmesi amacıyla, anadilinin öğretilmesi ve geliştirilmesi için kurslar açılmasına imkân tanıyacak, talep doğrultusunda bu kursların kapasitesini artıracak ve bu kurslara destek sağlayacağız. 

 

  • Yerel toplumun talepleri durumunda yerleşim yerlerinin adlarını aslına döndüreceğiz.

 

  • Farklı dillere ait olan ve Türkçe alfabede bulunmayan harf barındıran isim konulmasının önündeki engelleri kaldıracağız.

 

  • Farklı anadillerine ait yayınların basılmasının ve yayınlanmasının önündeki fiili engelleri kaldıracağız. 

 

4.EŞİTSİZLİK VE AYRIMCILIKLA MÜCADELEYE EĞİTİMDEN BAŞLAYACAĞIZ

 

NEDEN?

Ayrımcılık ile mücadele edebilmek için evrensel standartları referans alarak Anayasal ve yasal düzenlemeler yapmak kaçınılmaz bir zorunluluktur; fakat hukuki düzenlemeler yapmak tek başına bu mücadelenin verilmesinde yeterli olmayacaktır. Bu minvalde, ayrımcılığın her türlüsünü ortadan kaldırmak; barış ve huzur içinde, müreffeh bir ülkenin eşit vatandaşları olarak bir arada yaşayabilmek için başta eğitim olmak üzere pek çok alanda uzun yıllara yayılan, sürekli çalışmalar yapılması gerekmektedir. 

 

DEVA Partisi olarak eşit vatandaşlık ve ayrımcılık yasağına ilişkin yürüteceğimiz Anayasal ve yasal çalışmalar yanında eğitim faaliyetleri de yürüterek kalıcı bir barışı ve huzur ortamını tesis etmek için çalışmalar yapacağız. 

 

NASIL?

  • İlkokuldan başlayarak çocuklarımızın farklılıklara saygılı ve özgürlükçü bir anlayışla yetişmesini sağlayacak müfredat değişikliklerini ivedilikle hayata geçireceğiz. Müfredatın çoğulculuk ilkesini esas almasını ve toplumdaki tüm farklılıkları kapsamasını sağlayacağız. Çocuklarımızın demokratik bir kültür içinde; hak ve sorumluluklarının bilincinde, tüm farklılıklara hoşgörüyle yaklaşan güçlü bireyler olarak yetişmesi için gerekli adımları atacağız. 

 

  • Başta öğretmenlerimiz olmak üzere Millî Eğitim Bakanlığı teşkilatının tüm kademelerinde çalışanlara yönelik kurs ve seminerler vererek; eşit vatandaşlık, ayrımcılık yasağı, nefret söylemi konularında bilgi ve farkındalığı artırmaya yönelik çalışmalar yapacağız. 

 

  • Polis, jandarma, bekçi ve zabıta gibi toplumun huzur ve refahını ve kamu güvenliğini sağlamakla görevli kolluk kuvvetlerine eşit vatandaşlık, ayrımcılık yasağı ve nefret söylemi konularında eğitimler verilmesini sağlayacağız. 

 

  • Yerel yönetimler ile tüm kamu kurum ve kuruluşlarının eşit vatandaşlık, ayrımcılık yasağı ve nefret söylemi konularında halkımızın farkındalığını artıracak faaliyetlere ivedilikle başlamalarını teşvik edeceğiz.

 

  • Ayrımcılık ve nefret söylemine ilişkin farkındalığı artırmak için medya çalışanlarına yönelik eğitimleri teşvik edeceğiz.  

 

  • Ayrımcılıkla mücadelede toplumsal farkındalık yaratmak amacıyla denge ve denetleme mekanizması olarak çalışan sivil toplum örgütlerini destekleyeceğiz. Sivil toplum örgütlerinin doğrudan ilgili kamu kurum ve kuruluşlarıyla ortak projeler yürütmesini sağlayacak ve hükümet olarak ayrımcılık ile mücadelede sivil toplumun bilgi, tecrübe ve çözüm önerilerinden istifade edeceğiz. 

 

5.AYRIMCILIK İLE MÜCADELE EDECEĞİZ

NEDEN?

Ayrımcılık teşkil eden uygulamalar; toplumsal huzur ve refahımızı zedeleyen, toplumun özellikle dezavantajlı ve korunaksız kesimlerinin hayatını zorlaştıran ve toplumu huzur içinde bir ve beraber yaşama idealinden uzaklaştıran söz ve eylemlerdir. Müreffeh ve huzurlu bir toplumun var olabilmesi için ayrımcılık ile mücadele etmek demokratik kültürün şartı ve hukuk devletinin asli görevlerinin başında gelmektedir. Fakat her gelen iktidarın kendi makbul vatandaşlık anlayışının topluma dayatıldığı ve farklılıkların sorun olarak görüldüğü bir “devlet” anlayışının egemen olduğu ülkemizde maalesef ayrımcılık ve nefret söylemi giderek yaygınlaşmaktadır.

 

Yıllar içerisinde yasal düzenlemeler yapılmasına ve yeni kurumlar ihdas edilmesine rağmen açıkça görülmektedir ki ne Anayasa metinleri ne de yasal ve kurumsal düzenlemeler süregelen ayrımcı uygulamalara son verme konusunda etkili olabilmiştir.,

 

Ülkemizi barış ve huzur içinde müreffeh bir yaşam süren onurlu insanların ülkesi yapmak idealini siyasi programının en temel hedefi olarak gören DEVA Partisi; ayrımcılıkla etkin mücadeleyi de devletin en temel görevlerinden biri olarak kabul etmektedir.

 

NASIL?

  • Ayrımcılıkla etkin mücadelede; önleyici tedbirleri ve caydırıcı cezaları öngören, bütüncül bir devlet politikasını hayata geçireceğiz.

 

  • Tüm mevzuatı gözden geçirerek Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı ifadeleri kaldıracağız.

 

  • Uluslararası sözleşmelere ve ek protokollere konulan çekinceler ile Avrupa Konseyi’ne ait imzalanmayan sözleşme ve şartları yeniden gözden geçireceğiz. Avrupa Birliği müktesebatı ile uyumlu olarak ayrımcılıkla mücadeleye ilişkin kanuni bir düzenleme yapacağız. Ayrımcılıkla mücadelenin ilke ve esaslarını, sorumlu kamu kurum ve kuruluşlarını, yükümlülüklerini ve eylemleri ile hedeflerini yasal bir çerçeveye oturtacağız.

 

  • Türk Ceza Kanunu’nun 122. maddesini değiştirerek “Ayrımcılık” suçunu Avrupa Birliği müktesebatına uygun şekilde yeniden düzenleyeceğiz.  Düzenleme ile yalnızca sınırlı sayıda sayılan grupların ve eylemlerin değil, bütüncül şekilde ayrımcılığa uğrayan tüm grupların maruz kaldıkları ayrımcılığa karşı korunmasını sağlayacağız.

 

6.NEFRET SUÇLARI İLE MÜCADELE EDECEĞİZ

 

NEDEN?

Hoşgörüsüzlüğün ve önyargının şiddetle dışavurumu olan nefret suçu hem mağdurun hem de mağdurun kendisini içinde tanımladığı veya ait olduğu toplumsal kesimin üzerinde derin yaralar açar. Bu suçlar toplumsal huzuru ve istikrarı doğrudan etkiler. Bu nedenle bireylerin ve toplumun güvenliği için bu suçlara güçlü bir şekilde karşılık vermek demokratik toplumun bir gereğidir. 

 

Nefret suçları; öldürme, yaralama, yağma, tehdit, işkence ve hakaret gibi pek çok farklı suç tipi olarak gerçekleşebilir. Bir suçun nefret suçu olarak tanımlanması suçun hangi saikle işlendiğiyle doğrudan ilişkilidir. Türk Ceza Kanunu’nun 122. maddesi “Nefret ve Ayrımcılık Suçu” başlığı taşımasına rağmen bu düzenleme nefret suçundan ziyade ayrımcılık suçuna dair bir düzenlemedir. Bunun yanı sıra Türk Ceza Kanunu’nun “İnanç, Düşünce ve Kanaat Hürriyetinin Kullanılmasını Engelleme Suçu” başlıklı 115. maddesi, “Hakaret Suçu” başlıklı 125. maddesinin 3/a-b maddeleri, “Kişisel Verilerin Kaydedilmesi Suçu” başlıklı 135. maddesinin ikinci fıkrası ve “İbadethanelere ve Mezarlıklara Zarar Verme Suçu” başlıklı 153. maddesi kısmen nefret suçuna dair düzenlemeler olarak değerlendirilmekle beraber bu düzenlemeler nefret suçlarının bütünü ile mücadelede son derece yetersizdir. Dolayısıyla ceza kanunumuzda evrensel standartlarda bir nefret tanımı ve cezası yer almamaktadır.  

 

DEVA Partisi olarak, nefret suçlarıyla etkili bir şekilde mücadele edecek ve toplumsal barış ve huzurumuza kasteden bu suça asla müsamaha göstermeyeceğiz.

 

NASIL?

  • Nefret suçunu AGİT’in (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) standartları doğrultusunda Türk Ceza Kanunu’nun tanımlar bölümünde tanımlayacağız. Nefret suçunu ilgili suç tiplerinin nitelikli hali olarak düzenleyeceğiz. 

 

  • Nefret suçlarında öngörülecek cezaların orantılı ve caydırıcı olmasını göz önünde bulunduracak, suçun ağırlığına göre hürriyeti bağlayıcı cezaların yanı sıra toplumsal hizmet yükümlülüğü gibi yaptırımlar ihdas edeceğiz.

 

  • Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı bünyesinde nefret suçlarına ilişkin toplanan verilerde yaşanan yöntem ve içerik gibi hususlardaki eksiklikleri gidererek, bu verilerin etkili bir şekilde toplanmasını, değerlendirilmesini ve istatistiklerin kamuoyu ile düzenli olarak paylaşılmasını sağlayacağız. 

 

  • Kolluk kuvvetleri ile hâkim ve savcılara nefret suçlarına ilişkin meslek içi eğitimler düzenleyeceğiz. Nefret suçlarıyla mücadele alanında çalışan sivil toplum örgütlerini destekleyeceğiz. Nefret suçları ve bu suçların toplum için sonuçlarına dair toplumsal farkındalığı artırmaya ve kamuoyu oluşturmaya yönelik yürütülen faaliyetleri destekleyeceğiz. Bu minvalde yapılacak olan kampanyaları, forumları, konferansları, atölyeleri, görsel veya yazılı materyal üretme faaliyetlerini teşvik edeceğiz.

 

  • Nefret suçu mağdurlarının hukuki, psikolojik ve ekonomik destek talep edebileceği merkezler kuracağız. Bu merkezlerin, sivil toplum örgütleriyle eşgüdümlü çalışmalar yürütmesini sağlayacağız.

 

  • Nefret suçlarına maruz kalması muhtemel, toplumun kırılgan ve korunaksız kesimlerinin temsilcileri, sivil toplum örgütleri ve ilgili kamu kurumlarının katılımı ile yuvarlak masa toplantıları yapılmasını, bilgi paylaşımı ve iş birliğinin güçlendirilmesini sağlayacağız.
Kadın Hakları

Kadının eğitimi, çalışma imkanlarına erişimi, psikolojik tacize ve şiddete karşı korunması, kanun önünde eşitliği ve toplumsal hayatın her alanında karar alma ve yönetim mekanizmalarına etkin katılımının sağlanması demokratik toplum bakımından hayati bir önem taşımaktadır. Bu nedenle, toplumsal cinsiyet eşitliği, sosyal adalet ve güçlü bir toplum için kadının sosyal ve ekonomik durumunun güçlendirilmesi bir zorunluluktur. 

 

Bu doğrultuda yapılması gereken çok sayıda düzenleme ve alınması gereken önlemler için çok yönlü (ekonomik, sosyal, eğitim, hukuki), çok aktörlü (idari makamlar, STK’lar, kolluk, yargı vs.) ve çok aşamalı (acil olanlar, orta ve uzun vadede yapılması gerekenler) adımlar atılmalıdır. 

 

DEVA Partisi olarak, kadınların demokratik bir toplumda sahip olması gereken haklarını teminat altına alabilmek için gereken bütün çalışmaları yapacağız.  

 

1.KADINLARA YÖNELİK AYRIMCILIĞA SON VERECEĞİZ

 

NEDEN?

Evde, çalışma hayatında, sosyal hayatta, siyasi alanda kadına yönelik uygulanan ayrımcılık bugün kadına karşı şiddetin en önemli nedenlerinden biridir. Kız çocuklarının okuma oranlarının erkek çocuklara nazaran daha düşük olması dahi ayrımcılığın ve eşitsizliğin kadının hayata başladığı ilk andan itibaren var olduğunu göstermektedir. Kadın-erkek eşitliğinin sağlanamadığı toplumlarda ayrımcılığın yüksek oranda uygulandığı dikkate alındığında, bu sorunun çözümü için en temelden kadın ve erkek eşitliğinin zihinlere aşılanması gerekmektedir. Eşitliğin sağlanması adına farkındalık çalışmaları ile işe başlamakla birlikte, kadına yönelik ayrımcılık doğuran her türlü eylemden de acilen vazgeçilmesi gerekmektedir.  

 

NASIL?

  • Tarafı olduğumuz CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması) Sözleşmesi’nin toplumsal ve siyasal alanda kadının anayasal haklarını eşit olarak kullanması, eğitim alma noktasında eksikliklerin giderilmesi, iş hayatında cinsiyet ve medeni durumdan dolayı ayrımcılığa maruz kalmaması hususlarında etkili bir biçimde uygulanmasını sağlayacağız.

 

  • Kanunla yasaklanmış olan çocuk yaşta evliliklerle kararlı bir biçimde mücadele edeceğiz. Bu hususta önleyici ve etkili yasal düzenlemeler yapacağız.

 

  • Kadınların siyaset, bürokrasi, karar alma süreçlerinde ve bilimsel hayat vb. alanlarda erkeklerle eşit bir şekilde yer alabilmeleri için pozitif ayrımcılık dahil olmak üzere her türlü önlemi alacağız. Bu yönde geliştirilecek projeleri destekleyerek kadınların iş ve sosyal hayatta daha fazla yer almalarını sağlayacağız.

 

  • İş Kanunu başta olmak üzere ilgili çalışma mevzuatında gereken düzenlemeleri yaparak iş yerlerindeki kadına yönelik psikolojik şiddeti (mobbing) önlemeye yönelik etkili düzenlemeler yapacağız.

 

  • İşe alımlarda kadın kotası yerine cinsiyet kotası uygulayacağız.

 

  • İşverenlerin, çalışanlarına kreş desteği sağlamalarını teşvik edeceğiz.

 

  • Eşit işe eşit ücret uygulamasına geçeceğiz.

 

  • Kanunlarda ve ikincil mevzuatta cinsiyetçi dil yerine eşitlikçi bir dil kullanarak, mevcut ifadeleri yeniden düzenleyecek, ayrımcı dile son vereceğiz.

 

2.KADINLARA YÖNELİK ŞİDDETİ ÖNLEYECEĞİZ 

 

NEDEN?

İstatistiklere göre son yıllarda giderek artan kadına yönelik şiddet neticesinde neredeyse her gün en az bir kadın cinayeti gerçekleşmektedir. Devlet bu ölümleri önlemek için üzerine düşeni gereği gibi yerine getirememekte, risk altındaki mağdur kadınları korumakta büyük zafiyet göstermektedir. Mevcut iktidar, kadına yönelik şiddeti önleme amacıyla kendi döneminde imzalanan İstanbul Sözleşmesi’ni dahi tek taraflı feshederek sorunu çözümsüzlüğe itmektedir. 

 

NASIL?

  • İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere kadınlara yönelik gerekli hukuki korumayı sağlayan uluslararası sözleşmelere taraf olacak, 6284 sayılı Kanun’un daha etkin uygulanmasını ve kolluğun mağdurları koruması noktasında daha etkin tedbirlerin alınmasını sağlayacağız.

 

  • Kadına yönelik şiddete yol açan psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve kültürel nedenlerle ilgili toplumda farkındalık yaratacak çalışmalar yaparak, kadına şiddetin temelinde yatan zihniyetin dönüşümü için eğitim alanındaki reform ve planlamaları ilkokuldan başlatacağız. Bu bilinçlendirme çalışmalarında sivil toplum kuruluşları ile yaygın ve etkin bir iş birliği yürüteceğiz.

 

  • Medyada şiddeti özendiren, kadını zayıf ve aciz gösteren yapımlardan uzak durulmasına yönelik kampanya ve tedbirlerin hayata geçirilmesini destekleyeceğiz. Yaşam alanlarını, şiddet dili ve görsellerinden arındıracağız.

 

  • Kadınlara, şiddet uygulanması veya şiddete maruz kalma tehlikesinin ortaya çıkması halinde başvuracakları hukuki yollara ilişkin bilgilendirme ve yönlendirme yapmak üzere valilikler, kaymakamlıklar ve belediyeler nezdinde “Kadın Hukuk Danışma Birimleri” kuracağız.

 

  • Evlilik öncesi eğitimler, aile danışmanlığı ve boşanma süreci danışmanlığı gibi danışmanlık hizmetleri verebilecek “Ücretsiz Aile Danışmanlığı Merkezleri” kuracağız.

 

  • Şiddete uğrayan kadınlar ve kadın cinayetleri konusunda veri kayıt sistemi oluşturacağız. Şiddetle ilgili verilerin sağlıklı tutulması ve şeffaf olması için GREVIO (Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzman Grubu) gibi bir denetim mekanizması oluşturacak ve işlemesini sağlayacağız.

 

  • Kadın sığınma evi sayısını ve kapasitelerini artırarak, hizmetleri iyileştireceğiz. Sığınma evlerindeki koşullar ve uygulamalarla ilgili düzenleyici, iyileştirici kriterler ve hizmet standartları belirleyeceğiz. Hayati tehlikesi olan kadın ve çocukların sığınma evinden çıktıktan sonra da güvende olmasını sağlamak üzere düzenli kontrol ve denetim tedbirleri uygulayacağız.

 

  • ŞÖNİM’lerin (Şiddet Önleme, İzleme Merkezleri) hizmet kriterlerini yeniden düzenleyecek, koşullarını iyileştirecek ve denetlenebilir mekanizmalarla kendilerine yüklenen öneme uygun olarak etkili çalışmalarını sağlayacağız. Bu kapsamda yapılan mağdur başvurularının ivedi olarak işleme alınmasını, belge taleplerinin en aza indirilmesini, STK’lar ile ortak çalışmaların artırılmasını sağlayacağız.

 

  • Hâlihazırda hizmet vermekte olan Emniyet Genel Müdürlüğü Kadın Acil Yardım İhbar Uygulaması – Kadın Acil Destek Uygulaması (KADES) yardım hattındaki eksiklikleri gidereceğiz.

 

  • 155 Acil Destek Hattı’nın etkin koruma sağlaması amacıyla KADES’e entegre edilmesine yönelik gerekli teknik altyapıyı oluşturacağız. Ayrıca ülkemizde konuşulan dilleri temsil eden, çok dilli sesli çağrı sistemi ile tehlikede olan kadına hızlı ve etkin cevap verilmesini sağlayacağız.

 

  • Elektronik takip sisteminin ülke çapında her ilde uygulanmasını sağlayacak, bu koruma tedbirini etkin hale getireceğiz. 

 

  • Şiddet mağdurlarının bürokrasiye takılmadan avukat atamasının yapılarak, hızla koruyucu tedbirlerin alınacağı “Tek Kapı Sistemi”ni hayata geçireceğiz.

 

  • Şiddet mağduru kadınların, polis ya da savcılığa başvurduğunda etkili bir şekilde korunmasını; koruma sağlamayan veya işinin gereğini yapmayan kamu personeli hakkında en ağır idari ve hukuki yaptırımlar uygulanmasını temin edeceğiz.

 

  • İçişleri ve Adalet Bakanlığı tarafından, kadına yönelik şiddet alanında doğrudan yahut dolaylı olarak görev alan tüm idari ve adli personel ile kolluk güçlerinin ve bekçilerin meslek içi ve meslek öncesi eğitimlerle bilgi eksikliklerini gidereceğiz. Mağdura doğru ve makul yaklaşımın nasıl olması gerektiği konusunda cinsiyet eşitliği ve insan haklarına saygı temelinde hareket etmelerini sağlayacak uzman kişiler tarafından ilave eğitimler vereceğiz.

 

  • Cinsel şiddet kriz merkezleri kurarak kadın sığınma evlerinin sayısının artırılması ile yargılamalarda mevcut eksikliklerin giderilmesi için gerekli tedbirleri ivedilikle alacağız.

 

  • Kovuşturma ve ceza sistemini, “iyi hal indirimi” gibi uygulamaları kaldırmak suretiyle, kadın hak ve özgürlüğünü koruyacak, kadınların güvenliğini sağlayacak şekilde yapılandıracağız.

 

  • Ceza sisteminde değişiklikler yaparak kadına yönelik şiddet ile ilgili olarak caydırıcı cezalara yer vereceğiz. Ceza yargılamalarında kadın hak ve özgürlüğünü koruyacak ve güvenliğini sağlayacak değişiklikler yapacağız.

 

  • Kadına yönelik şiddet ile ilgili koruyucu tedbir kararları verilmesi sonrasında işlenen suçlarda; denetimli serbestlik, iyi hal, seçenek yaptırımların uygulanmasını engelleyeceğiz.

 

  • Kadına şiddet davalarının en kısa sürede sonuçlandırılmasını sağlayacağız. Bu amaçla söz konusu davalarda, yargılama usullerinde basitliğe ve ispatta kolaylığa imkân verecek düzenlemeler yapacağız.

 

  • Kadına yönelik şiddette kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar için öngörülen paraya çevirme ve erteleme gibi seçenek yaptırımları kaldırarak cezaların bir an önce kesinleşmesi ile infazını sağlayacağız.
Çocuk Hakları

Çocuk bireydir, kendi fikri ve hayatı vardır. Çocukların sadece çocuk olmaktan kaynaklanan haklarına saygılı olunmalıdır. Ancak çocuğun bir birey olduğu bilinci ülkemizde göz ardı edilmiş, çocuk haklarını koruyabilmek ve geliştirebilmek adına atılan adımlar yetersiz kalmış, çocuklar özellikle son dönemde artan şiddet, istismar ve çeşitli sömürülere maruz bırakılmış ve devlet etkin bir koruma mekanizması tesis edememiştir. 

 

Bu nedenle çocuk dostu bir adalet sisteminin tesis edildiği, çocukların korunma haklarının güvence altına alındığı, çocukların cinsel istismara karşı korunduğu ve çocuk evliliklerinin önlendiği bütüncül bir koruma mekanizmasının oluşturulması zorunlu hale gelmiştir. Nitekim, Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre güvenlik birimlerine gelen veya getirilen çocukların karıştığı olay sayısı 2021 yılında, 2020 yılına göre %10,8 oranında artarak 499 bin 319 olmuştur. Bu olaylarda çocukların 207 bin 999’u mağdur sıfatıyla ve 132 bin 943’ü suça sürüklenme sebebiyle güvenlik birimlerine getirilmiştir. Bu rakamlar, çocuk hakları konusunda kapsamlı bir çalışma yapılması gerektiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

 

1.ÇOCUKLARIN KORUNMA HAKLARINI GÜVENCE ALTINA ALACAĞIZ 

 

NEDEN? 

Ülkemizin de kabul ettiği Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme uyarınca 18 yaşın altındaki her birey çocuktur. Anayasa da çocuk haklarını düzenleyerek, çocukların istismara ve şiddete karşı korunmasını devlete ödev olarak yüklemiştir. Yine çocuklar için pozitif ayrımcılığa cevaz veren düzenlemeler mevzuatta yer almaktadır. Tüm bu düzenlemelere rağmen ülkemizde çocukların yaşadığı önemli sorunlar güncelliğini korumaktadır. Kız çocukları ağırlıklı olmak üzere çocukların eğitime istenilen seviyede erişememesi, çok sayıda çocuk işçi çalıştırılması, çocuk istismarlarının önlenememesi, çalışan annelerin çocuklarının bakım problemi, özel gereksinimli çocukların topluma entegre edilememesi, çocukların uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanımının engellenememesi gibi sorunlar yaşanmaya devam etmektedir. Ayrıca suça sürüklenen çocukların da rehabilitasyonunda ilerleme sağlanamamaktadır.

 

NASIL?

  • Çocuk haklarını, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin içeriğini dikkate alarak Anayasa’da güçlendireceğiz. 

 

  • Ülkemiz tarafından da kabul edilen çocuklara ilişkin sözleşmelerin uygulanması yönünde sıkı kurallar getirecek, kurumları uygulama konusunda denetleyeceğiz. 

 

  • Gözaltına alınmış, tutuklu veya hükümlü olan çocukların uluslararası ve iç hukukta kendilerine tanınmış olan kişisel, ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel haklarından mahrum bırakılmamalarını garanti altına alacak, bu süreçte yeni zararlı alışkanlıklar kazanmalarını engelleyecek adımları atacağız.

 

  • Gözaltına alınmış veya tutuklu olan çocukların, suçları kesinleşene kadar masum kabul edileceği ilkesine riayet ederek çocukların avukatlık hizmetlerinden yararlanmalarını ve kişisel verilerinin yetkili makamlarca korunması ile ıslahevlerindeki çocuklarla ilgili uluslararası sözleşmeler doğrultusunda gerekli tedbirlerin alınmasını sağlayacağız.

 

  • Çocuğun ailesi tarafından istismar edildiği durumlarda, ailenin yanından alınarak koruyucu kuruma yerleştirilmesi konusunda devlete düşen yükümlülüklerin ivedilikle yerine getirilmesini sağlayacağız.

 

  • Cinsel saldırıya uğrayan kişiler ile cinsel istismara uğrayan çocukların ilk muayenesinin tam teşekküllü bir hastanede yapılmasını sağlayacak, muayene sırasında psikolojik muayenenin yapılmasını zorunlu hale getireceğiz. 

 

  • Çocuklarla ilgili suçlarda ve cinsel saldırılarda sanık, tanık ya da mağdur (maktul) olsun, 18 yaşından küçüklerin açık isim ve fotoğraflarının yayınlanmasının önüne geçecek, çocuk hakları konusunda farkındalığın artmasını sağlayacağız.

 

  • Mağdur çocukların daha da mağdur olmaması adına ihtisas mahkemelerinin tüm illerde kurulmasını ve konusunda uzman pedagoji eğitimi almış hâkim ve savcıların bu mahkemelerde görev almasını sağlayacağız. 

 

  • Çocuk İzlem Merkezleri ve Adli Görüşme Odalarındaki eksiklikleri giderecek, her il ve ilçede bu müesseselerin kurulmasını sağlayacak, çocukların ifadelerinin hızlı, pedagog eşliğinde ve psikolojilerini etkilemeyecek şekilde alınması hususunda gerekli tedbirleri alacağız. 

 

  • Türk Ceza Kanunu’nun 233/1. maddesi gereğince bakım, eğitim ve destek olma yükümlülüğünde şikâyet şartı aranması nedeniyle yaşanan gecikmeleri önlemek amacıyla gerekli düzenlemeleri yapacak; bakım, eğitim ve destek olma yükümlülüğü yerine getirilmeyen çocuklara gerekli koruyucu tedbirlerin alınmasını sağlayacağız.

 

  • Özel durumda bulunan sığınmacı veya engelli çocuklara koruyucu tedbirler getireceğiz.

 

  • Korunmaya muhtaç çocukların; ruhen, bedenen ve zihnen sağlıklı gelişebilmeleri için; barınma, eğitim, rehabilitasyon ve sosyal yaşam desteği sağlayacağız. Korunmaya muhtaç çocukların güvende ve huzur içinde bir hayat sürebilmesi için aileleri ekonomik açıdan güçlendirecek destek paketleri sunacağız.

 

  • Korunmaya muhtaç çocuklar için koruyucu aile projelerini teşvik edeceğiz. 

 

  • Çocukların zorunlu ve kesintisiz eğitime katılımını daha sıkı takip ederek erken yaşta çalıştırılmalarının önüne geçecek, çocuk işçiliğini önlemek için tavizsiz tedbirler uygulayacak, çocuk işçiliğine sebep olan ekonomik ve sosyal problemleri ortadan kaldıracağız.

 

  • Kırsal bölgelerde eğitim gören çocukların, akranları ile benzer imkanlara kavuşabilmeleri için özel eğitim programları uygulayacağız. 

 

  • Uyuşturucu ve uyarıcı maddelere ilişkin suçlarla kararlılıkla mücadele edecek, çocukların uluslararası andlaşmalarda tanımlandığı biçimde uyuşturucu ve psikotrop maddelerin yasadışı kullanımına karşı korunması ve çocukların bu tür maddelerin yasadışı üretimi ve kaçakçılığı alanında kullanılmasını önlemek amacıyla yasal, sosyal ve eğitsel niteliktekiler de dahil olmak üzere her türlü uygun önlemleri alacağız.

 

  • Suça sürüklenen çocukların rehabilitasyonu için yerel yönetim ve STK’lar ile iş birliği yapacağız.

 

  • Sokakta yaşayan, kimsesiz tüm çocukları sosyal koruma altına alarak huzurlu ve güvenli bir yaşam sürmelerini sağlayacağız.

 

  • Geçici ya da sürekli olarak ana babasından ayrı kalan çocukların devletten yardım isteme hakkına ulaşımını kolaylaştıracağız.

 

2.ÇOCUKLARI CİNSEL İSTİSMARA KARŞI KORUYACAĞIZ 

 

NEDEN? 

Ülkemizde cinsel istismara maruz kalan grupların başında ne yazık ki çocuklar gelmektedir. Mevcut yasal ve yapısal eksiklikler nedeniyle giderek artan bu sorun, istismara uğrayan çocuklar açısından yıkıcı etkilere neden olan ciddi bir toplumsal meseledir. Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2021 yılında çocukların cinsel istismarı suçu kapsamında ceza mahkemelerinde görülen toplam 29.822 davada 16.161 mahkûmiyet kararı verilmiştir. Mahkemeler tarafından verilen karar sayısı, 2020 yılına oranla %32,55 artış göstermiştir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre de 2014-2017 yılları arasında 59.284 çocuk cinsel istismara maruz kalmıştır. Bu çocukların 7.466’sı erkek, 51.818’i ise kız çocuğudur.

 

NASIL?

  • Çocuk istismarına yönelik Türk Ceza Kanunu’nun 103., 104. ve 105. maddelerini madde başlıkları dahil olmak üzere tekrar gözden geçirecek, çocuğun üstün yararını merkeze alan bir anlayışla bütüncül şekilde baştan ele alacağız.

 

  • Çocukların yargılanması veya mağdur olması durumlarında, Çocuk Koruma Kanunu’nda öngörülen Sosyal İnceleme Raporu alınmasını zorunlu hale getirecek, çocuğun durumunun ilgili uzmanların birlikte katılımı ile değerlendirilmesini ve çocuğun sosyal ve tıbbi durumunun bütüncül olarak incelenmesini sağlayacağız. Bu raporu hazırlayacak yeterli sayıda uzmanın mahkemelerde görevlendirilmesi ve bu uzmanların ihtiyaç duyduğu teknik altyapının sağlanması için gereken bütün tedbirleri alacağız.

 

  • Çocuğun anne veya babasının, yasal vasi ya da vasilerinin yahut da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanındayken bedensel saldırı, şiddet veya suiistimale, ihmal ya da ihmalkâr muameleye, ırza geçme dahil her türlü istismar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel her türlü önlemler ve sosyal programların düzenlenmesi için koruyucu önlemleri alacağız.
Yaşam Hakkı

İnsan hakları içinde değer sırası bakımından ilk ve temel olan yaşam hakkı, kamusal makamlar tarafından öldürülmeme ve yaşama yönelik tehlike ve risklere karşı yine kamusal otoriteler tarafından korunma hakkını içerir. Nitekim Anayasanın17/1. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. maddesi ve Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 6. maddesi insan yaşamının korunmasını güvence altına almıştır. Bu çerçevede gerek AYM gerekse AİHM kararlarında devlete bazı yükümlülükler yüklenmektedir. Bu yükümlülükler üç kategoride sınıflandırılabilir. Birinci kategoride devletin pozitif yükümlülüğü olarak adlandırılabilecek husus “Yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere ya da doğal tehlikelere karşı korumak” şeklinde ifade edilmektedir. İkinci kategoride devletin negatif yükümlülüğü olarak adlandırılan “Yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı veya ihmale dayalı olarak ve hukuka aykırı şekilde zarar veya son vermemek” şeklinde tezahür eden yükümlülüktür. Üçüncü kategori ise “Doğal olmayan her ölüm olayının (yaşama hakkına ilişkin her tecavüzün) tüm yönlerinin ortaya konulmasına, sorumlu kişilerin belirlenmesine ve gerekiyorsa cezalandırmasına imkân tanıyan bağımsız ve etkin bir soruşturmanın yürütülmesi” şeklinde ifade edilen usul yükümlülüğüdür. 

 

Bu yükümlülükler ile yaşam hakkına yönelik saldırıların hukuk ve ceza davaları ile yaptırım altına alınması, bu yaptırımların uygulanabilmesi için etkili bir mekanizma kurulması ve son olarak da kamuda görevli olan yetkili kişilerin, bireyin yaşam hakkına karşı bir tecavüz olacağını bilmesi durumunda gerekli olan tüm tedbirleri almasının sağlanması amacı güdülmektedir.

 

Ne yazık ki ülkemizde en temel hak olan yaşam hakkı sıkça ihlal edilmektedir. Devletin pozitif yükümlülüğünü yerine getirmiş sayılması için, yaşama hakkını koruyucu düzenlemelerin varlığının yeterli olmadığının farkındayız. Bu nedenle bu düzenlemeleri yaşama geçiren, ihlalleri cezalandıran ve ilerde işlenebilecek olası ihlalleri cezalandıracak etkin bir adli sistem kurarak yaşam hakkı ihlallerini ortadan kaldıracağız. 

 

1.KOLLUĞUN VE GÜVENLİK GÜÇLERİNİN YAŞAM HAKKI İHLALLERİNİ ENGELLEYECEĞİZ

 

NEDEN?

Kamu düzenini sağlamakla yükümlü kolluk güçleri, olayı başka bir şekilde engelleme imkânı kalmadığında son çare olarak ve kademeli bir şekilde zora başvurabilmektedir. Anayasanın ve AİHS’nin aradığı “zorunluluk ve orantılılık” şartları bulunmadan doğruca ve duraksamadan hedefe karşı ateşli silah kullanılması, yaşam hakkını ihlal etmektedir. Özellikle kolluk güçlerinin yargısız infazı, dur ihtarına uyulmaması veya rastgele ateş açması gibi eylemleri sonucunda meydana gelen ölümlerin ülkemizde sık gündeme geldiği görülmektedir. 

 

Öte yandan, doğu ve güneydoğu illerinde güvenlik güçlerine veya resmî kurumlara ait askeri araçların meskûn mahallerde çocuklara çarpması sonucu ölümler meydana gelebilmektedir. Bazı durumlarda bu eylemleri gerçekleştiren kamu görevlilerinin gerekli cezaları almadıkları da bilinmektedir. Bu çerçevede yaşam hakkı ihlallerini önlemek en başta olan görevlerimizden birisidir.

 

Diğer taraftan, sınır bölgelerinde mayınların patlaması sonucu ölümler meydana gelebilmektedir. Bu çerçevede oluşan can kayıplarını önlemek için gerekli tedbirlerin alınması şarttır.

 

NASIL?

  • Adli ve idari düzeyde yaşam hakkını koruma yükümlülüğü kapsamında AİHM tarafından verilen kararlar doğrultusunda, gerekli önlemleri alacağız. 

 

  • Kolluk görevlileri ile çarşı ve mahalle bekçilerinin zor ve silah kullanma yetkisini düzenleyen başta Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’ndaki hükümler olmak üzere ilgili mevzuat hükümlerini uluslararası standartları dikkate alarak yeniden gözden geçirecek, gerekli değişiklikleri yapacağız. 

 

  • Çarşı ve mahalle bekçilerinin zor ve silah kullanma yetkisine son vereceğiz. 

 

  • Adli soruşturmaların tam ve etkin yürütülmesi için Cumhuriyet Başsavcılığı’na bağlı ayrı bir “adli kolluk” kuracağız. Tüm yetkilerini gözden geçirerek demokratik ülke ölçütlerinin uygulanmasını sağlayacağız.

 

  • Askeri araçların meskûn mahallerde kullanımına ilişkin sıkı kurallar getireceğiz.

 

  • Kamu görevlilerinin yaşam hakkını ihlal ettiği belirlenen olaylarla ilgili olarak etkin bir soruşturma yürütülmesi için gerekli olan her türlü tedbiri alacağız. Soruşturma izni başta olmak üzere soruşturma kapsamında yapılması gerekli olan tüm hukuki işlemlerin eksiksiz yerine getirilmesini sağlayacağız. 

 

  • Ülkemizin mayınlı alanlardan arındırılması ve gerekli önlemlerin alınması ile tatbikat ve teröristle silahlı mücadele alanlarının daha sonra temiz bir şekilde bırakılması için gerekli tedbirleri alacağız. Birçok bölgede mayınlı bölgelerden mayınları toplayarak buraları mayınsız alan haline getireceğiz. 

 

  • Mayınlı alanlara girişi önlemek üzere bu alanları çeşitli tipte engeller ve uyarı işaretleri ile donatacağız. 

 

  • Mayın ve diğer patlayıcı maddelerin bulunma ihtimali bulunan bölgelerde, ilkokuldan itibaren başta çocuklar olmak üzere vatandaşlarımızı pedagojik açıdan koruyacak şekilde bilgilendirici eğitimler yapacağız. 

 

  • Meydana gelen olağandışı her ölümün nedenlerinin araştırılması, sorumluların tespiti, faillerin etkili bir şekilde soruşturulması ve cezalandırılması için Minnesota Protokolü’ne uygun soruşturma mekanizmalarının kurulmasını sağlayacağız. 

 

2.CEZA İNFAZ KURUMLARINDA YAŞAM HAKKI İHLALLERİNİ ENGELLEYECEĞİZ 

 

NEDEN?

Ülkemizde ceza infaz kurumlarında bulunan kişi sayısı, özellikle 2016 yılından sonra oldukça artmıştır. Gerek tutuklu gerekse de hükümlü olarak hapishanelerde 300.000’den fazla kişi bulunmaktadır. Bu kişiler hastalanmakta, intihar etmekte, şiddet görmekte veya çeşitli ihmaller sonucu ölebilmektedir. Yaşam hakkı hükümlü ve tutuklular ile gözaltında bulunan kişiler bakımından özel bir öneme sahiptir. Bu kişiler devletin denetimi ve gözetimi altındadır ve hassas bir konumdadır. Devletin, denetimi altında olan bir kişinin sağlığında meydana gelen olumsuz değişiklikleri açıklama yükümlülüğü vardır. Söz konusu kişinin ölmesi halinde hesap verme sorumluluğu devlete aittir. Bu kapsamda devletin kendisine düşen yükümlülükleri yerine getirmesi gerekmektedir.

 

NASIL?

  • İnfaz koruma memurları ve ceza infaz kurumu idarelerinin olumsuz ve hatta suç teşkil eden tutumlarının önüne geçmek için etkili bir denetim mekanizması oluşturacağız. İhmali ve kusuru bulunan sorumlular hakkında idari ve adli soruşturma yürüterek cezasızlığın önüne geçeceğiz.

 

  • Ceza infaz kurumlarında denetimin ve şeffaflığın önemli bir unsuru olan baroların ve sivil toplum örgütlerinin, bu kurumları etkin bir şekilde ziyaret edebilmelerini sağlamaya yönelik gerekli yasal düzenlemeleri yapacağız.

 

3.ASKERLİK GÖREVİNDE YAŞAM HAKKI İHLALLERİNİ ÖNLEYECEĞİZ

 

NEDEN?

Zorunlu ya da muvazzaf askerlik hizmeti esnasında kimi zaman ihmal ve dikkatsizlik sonucu kimi zaman da şüpheli olaylar neticesinde ölümler meydana gelebilmektedir. 

 

NASIL?

  • Askerlik görevi sırasında meydana gelen ölümlerin soruşturulmasını ve sorumlu olduğu iddia edilen kamu görevlilerinin etkin şekilde yargılanmasını sağlayacağız.
İşkence ve Kötü Muamele

İşkenceye sıfır tolerans hedefiyle hareket edilmesi gerekmektedir. İşkence, insanlığa karşı bir suç olup evrensel hukuk tarafından mutlak olarak yasaklanmıştır. Siyasal otoriterleşme ile doğru orantılı olarak devlet erkinin çeşitli kademelerinde yaygınlaşan yasa, kural ve norm denetiminden kaçınma, keyfilik, bilinçli ihmal gibi sebeplerle usul güvencelerinin ihlal edilmesi, gözaltı sürelerinin uzunluğu, izleme ve önleme mekanizmalarının işlevsiz kılınması ya da bağımsız izleme ve önlemenin hiç olmaması vb. nedenlerle resmi gözaltı merkezlerinde işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarında ciddi bir artış görülmektedir. Ülkemiz 2016 yılından itibaren sayısız işkence ve kötü muamele iddiası ile karşı karşıya kalmıştır. Bu iddiaların soruşturulması ve aydınlatılması elzemdir.

 

Ne yazık ki ülkemizde işkence yapan kişiler, “basit yaralama”, “zor kullanma sınırının aşılması” ya da “görevi kötüye kullanma” gibi suçlardan soruşturulmakta ve bu soruşturmalar da çoğunlukla takipsizlik ile sonuçlanmaktadır. Bu da cezasızlık kültürünün ülkemizde egemen olmasına neden olmaktadır.

 

İşkence suçu, ceza kanunu kapsamında düzenlenmiş bir suç olup insanlığa karşı suçlar başlığı altında düzenlenmiştir. İnsanlığa karşı suçlarda zamanaşımı süresi de söz konusu olmadığından kamuoyuna yansımış olsun ya da olmasın bu iddiaların titizlikle soruşturulması ve sonuca bağlanması şarttır. 

 

1.ZORLA KAÇIRMA VE KAYBETME VAKALARINI ÖNLEYECEK, GEÇMİŞİ AYDINLATACAĞIZ 

 

NEDEN?

Ülkemizdeki en utanç verici olayların başında gelen hususlardan bir tanesi zorla kaçırma ve kaybetme vakalarıdır. Ülkemizde ne yazık ki 1990’larda yaşanan kaybetme vakalarının yanında, günümüzde de zorla kaybetme vakalarında ciddi bir artış yaşanmış, bu durum uluslararası kuruluşların raporlarına da yansımıştır. OHAL’in ilan edildiği 2016 yılından bu yana kişilerin sebepsiz yere gün içerisinde zorla bir araca bindirildikleri ve 8-9 ay sonra kamu kurumlarından olan emniyette veya ceza infaz kurumlarında ortaya çıktıkları görülmektedir. 

 

NASIL?

  • Birleşmiş Milletler Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme’yi imzalayarak, yürürlüğe girmesini sağlayacağız. Ceza kanununda sözleşmede de belirtildiği gibi zorla kaybetmenin zamanaşımı kapsamında olmayacağını belirterek, bu eylemi bir insanlık suçu olarak niteleyen bir suç ihdası yapacağız.

 

  • Kayıt dışı gözaltı, baskı ve tehdit yöntemlerine göz yummayacağız. Zorla kaybetme, işkence ve kötü muamelenin hukuk dışı bir soruşturma usulü olarak kullanılmasına son vereceğiz.

 

  • Özellikle 90lı yıllarda yaşanan zorla kaybetme vakalarının çözümü için şeffaf bir süreç yürütecek, kayıplara ne olduğunun ortaya çıkarılmasını, kayıp yakınlarının yaşadığı belirsizliğe son verilmesini ve sorumluların açığa çıkartılarak faillerin cezalandırılmasını sağlayacağız. 

 

  • 2016 yılından itibaren artan olayların aydınlatılması ve etkin bir soruşturma yapılması için gerekli tedbirlerin alınmasını sağlayacağız. Bu eylemleri gerçekleştiren kamu görevlilerini ve siyasi sorumluları tespit edip cezai ve idari açıdan cezalandırılmalarını sağlayacağız. 

 

2.CEZA İNFAZ KURUMLARINDA VE GÖZALTINDA İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELEYE SON VERECEĞİZ

 

NEDEN?

Son dönemde ülkemizde gözaltında ve geri gönderme merkezlerinde işkence ve kötü muamele olağanüstü düzeyde artmıştır. Ceza infaz kurumlarında ise girişten itibaren (çıplak arama, kelepçeli muayene, ayakta tekmil vererek sayım gibi) uygulanan kaba dayak, her türden keyfi muamele ve keyfi disiplin cezaları, hücre cezaları, sürgün ve sevkler inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. 

 

NASIL?

  • Kolluk görevlilerinin, infaz koruma memurlarının ve geri gönderme merkezlerinde çalışan personel ile bu kurumların idarelerinin orantısız bir müdahale ile zor kullanma sınırının aşılması, görevi kötüye kullanma ve suç teşkil eden tutumların önüne geçmek için etkili bir denetim mekanizması oluşturacağız. 

 

  • Kolluk görevlileri, çarşı ve mahalle bekçileri, infaz koruma memurları ve geri gönderme merkezlerinde çalışan personel ile bu kurumların idarelerine orantısız güç kullanma ile kötü muamele ile ilgili düzenli olarak eğitim verilmesini sağlayacağız. 

 

  • İhmali, kusuru ya da kastı bulunan sorumlular hakkında idari ve adli soruşturma yürütülerek cezasızlığın önüne geçeceğiz. İddiaların hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmasını ve tüm sürecin bağımsız heyetlerce araştırılmasını sağlayacağız. Adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmasını temin edeceğiz. 

 

  • Çıplak arama uygulamasına son vereceğiz. Cezaevinde uygulanacak üst araması ile ilgili standartları açık ve kesin biçimde belirleyen düzenlemeler yapacağız. 

 

  • Karakolların, ceza infaz kurumlarının ve geri gönderme merkezlerinin denetimini ve şeffaflığını sağlayacak adımlar atacağız. Ulusal önleme mekanizmalarının, baroların ve sivil toplum örgütlerinin bu kurumları etkin bir şekilde ziyaretlerinin sağlanması için gerekli düzenlemeleri yapacağız.

 

  • Nezarethanelerin, ceza infaz kurumlarının ve geri gönderme merkezlerinin fiziki koşulları ve yemeklerinin denetlenmesi de dahil olmak üzere standartlarını iyileştireceğiz.

 

3.GÖZALTINDA USUL GÜVENCELERİNİ SAĞLAYACAĞIZ

 

NEDEN?

Kişiye gözaltı hakkında bilgilendirme, üçüncü taraflara bilgi verme, avukata erişim, hekime erişim, uygun ortamlarda uygun muayenelerin gerçekleştirilmesi ve usulüne uygun raporların düzenlenmesi, hukukilik denetimi için süratle yargısal makama başvurulabilme, gözaltı kayıtlarının düzgün tutulması, bağımsız izlemelerin mümkün olması başlıklarında toplanabilecek usul hukukuna ilişkin teminatların son dönemde büyük ölçüde ortadan kaldırıldığı keyfi bir ortam yaratılmıştır. Bu açıdan işkencenin önlenmesi için usul hukukundan doğan teminatların sağlanması şarttır.

 

NASIL?

  • İşkencenin önlenebilmesi açısından önemli olan ve kişinin gözaltına alınmasından itibaren sahip olduğu usul hukukuna ilişkin teminatların uygulanması için gerekli olan çalışmaları yapacağız. Eksiksiz bir biçimde her şüpheliye bu teminatları sağlayacağız.

 

  • Gözaltına alınan kişilere yönelik yapılan sağlık muayenesinde kolluk görevlilerinin muayene ortamında bulunmamasına yönelik tedbirler alacağız. 

 

  • İşkence ve kötü muamele iddialarının bağımsız bir şekilde soruşturulması ve delillendirilebilmesi için başta Adli Tıp Kurumu’nun bağımsızlığının teminat altına alınması olmak üzere bağımsız uzman kuruluşlara erişim hakkını güvence altına alacak tedbirleri alacağız.   

 

4.İŞKENCEDE CEZASIZLIK POLİTİKASINA SON VERECEĞİZ

NEDEN?

Faillere hiç soruşturma açılmaması, açılan soruşturmaların kovuşturmaya dönüşmemesi, dava açılan vakalarda işkence yerine daha az cezayı gerektiren suçlardan iddianame düzenlenmesi, sanıklara hiç ceza verilmemesi ya da işkence ve bireysel suçlar kapsamında kamu görevi dışında eziyet suçu kapsamına alınarak cezalar verilmesi ve cezaların ertelenmesi gibi nedenlerle “cezasızlık olgusu”, işkence yapılmasını mümkün kılan en temel unsurlardan birisi olarak hala karşımızda durmaktadır.

 

İşkence suçunun kovuşturulması için yasadaki muğlaklık yerini korumaktadır. İşkence suçu nedeniyle yapılan suç duyurusu başvuruları ya çeşitli gerekçeler ile takipsizlikle sonuçlanmakta ya da daha az cezayı öngören ve zamanaşımına tabi olan “basit yaralama”, “zor kullanma sınırının aşılması” ya da “görevi kötüye kullanma” suçları çerçevesinde soruşturulmaktadır. İşkence ve kötü muameleye son verebilmek için cezasızlık olgusuna yol açan bütün bu uygulamalarla etkili bir şekilde mücadele edilmesi ve gereken tedbirlerin alınması gerekmektedir. 

 

NASIL?

  • İşkence suçları ile ilgili soruşturmaların etkin bir şekilde yürütülmesi ile faillerin gerekli cezaları alması için gerekli çalışmaları yapacak, işkence suçunun üstünün örtülmesine asla izin vermeyeceğiz. Hukuka aykırı davranan kolluk personeli hakkında hukuki sürecin işletilmesini sağlayacak, teftiş sisteminin etkinliğini artıracağız.

 

  • Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen Ciddi İnsan Hakları İhlallerinde Cezasızlığın Ortadan Kaldırılmasına Dair Avrupa Konseyi Rehber İlkeleri’ ve Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen Cezasızlıkla Mücadele Yoluyla İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesine İlişkin İlkeler’i iç hukukta uygulayacak, bu ilkelerin uygulanmasını takip edecek ve mevzuatın bu ilkelere uyumlu olmayan hükümlerini gözden geçirip eksiklikleri gidereceğiz.

 

  • İşkence ve Diğer Zalimane İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nu, bilinen adıyla İstanbul Protokolü’nü işkence ve kötü muamele gördüğünü ileri süren kişilerin değerlendirilmesi, işkence iddialarının olduğu olayların araştırılması, bu bulguların yargıya veya soruşturma yürüten diğer birimlere bildirilmesi ve işkencenin ve sonuçlarının belgelenmesi süreçlerinde esas alacağız. Protokol eğitimlerinin hâkim ve savcılar ile doktorlara etkili bir şekilde yapılmasını sağlayacağız. 

 

  • 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinde düzenlenen tutuklama tedbirinin uygulanmasındaki çifte standardın terk edilmesini sağlayacağız. Ağır insan hakları ihlallerinden sorumlu olduğu iddia edilen kamu görevlileri ve güvenlik güçleri hakkında tutuklama tedbirinin uygulanıp uygulanmayacağına karar verilirken, sahip oldukları yetkileri kötüye kullanıp delil karartarak maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını engelleme ihtimallerinin mahkeme tarafından değerlendirilmesini sağlayacağız.

 

  • 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yer alan dava nakli, duruşmalara katılmaktan vareste tutulma gibi düzenlemelerin cezasızlığı besleyecek şekilde kötüye kullanılmasını engelleyeceğiz.

 

  • Kamu görevlileri ve güvenlik güçlerince işlendiği iddia edilen zorla kaybetme, hukuk dışı infaz gibi ağır insan hakları ihlallerinin soruşturulması ve kovuşturulmasında kamu kurumlarınca “devlet sırrı” gerekçesinin cezasızlığı besleyecek şekilde kötüye kullanılmasını engelleyeceğiz. Bu bağlamda, hukuki belirlilik ilkesini tesis etmek ve keyfiliğin önüne geçmek için nelerin devlet sırrı olduğunu kanunla belirleyeceğiz.

 

  • Hukuk kurallarının etkin bir şekilde uygulanıp uygulanmadığının net olarak izlenebilmesi için kamu görevlileri ve güvenlik güçlerince işlendiği iddia edilen zorla kaybetme, hukuk dışı infaz gibi ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili verileri merkezi, güncel ve ayrıştırılmış bir biçimde toplayacak ve kamuoyuyla paylaşacağız.

 

  • Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun, “Hâkim ve Savcıların Derece Yükselmesi Esaslarına İlişkin İlke Kararı”nın yükselme esaslarını düzenleyen 6. maddesinin, AYM ve AİHM tarafından yapılan incelemelerde ihlal kararına sebebiyet verip vermedikleri hususlarını da kapsayacak biçimde etkili ve sonuç alınacak bir şekilde uygulanmasını sağlayacağız.

 

  • İşkence ve kötü muamele ile ilgili soruşturma ve kovuşturmalara ilişkin istatistiki bilgilerin şeffaf şekilde tutulmasını ve yayımlanmasını sağlayacağız. 
Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkı

Anayasanın 19. maddesi ile güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesinde “özgürlük ve güvenlik” adı ile düzenlenmiştir. Her iki düzenlemede de özgürlük ve güvenlik kavramları birlikte ele alınmıştır. Kişi özgürlüğü; bireylerin fiziksel anlamda dilediği yerde olma özgürlüğünü, yani fiziksel anlamda özgürlüğünü ifade etmektedir. Güvenlik ise kişilerin bu özgürlüklerinin kısıtlandığı durumlarda sahip oldukları hukuki haklarıdır.

 

Bütün hak ve özgürlüklerin temelini oluşturan bu hakkı düzenleyen Anayasanın 19. maddesi uyarınca devletin söz konusu hakla ilgili olarak hem negatif hem de pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır. Negatif anlamda devlet, hukuka aykırı bir şekilde hakka müdahale etmemekle yükümlü olmakla birlikte pozitif anlamda bu hakkı sınırlandırma durumlarında kişilerin özgürlüğünü ve güvenliğini korumakla yükümlüdür. 

 

Anayasa’nın 19. maddesi ve AİHS’nin 5. maddesi uyarınca kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının; yakalama, gözaltına alma, tutuklama başta olmak üzere koruma tedbirlerinin uygulanması ile mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların yerine getirilmesi, sınır dışı etme veya geri verme kararı ile sınırlandırılması mümkündür. Sınırlandırma halinde de kişilere bazı haklar tanınmalı ve bu hakların etkin bir şekilde kullandırılması sağlanmalıdır. Ayrıca bu sınırlandırmaların hak ihlaline neden olmaması için bu aşamaların hukuka uygun yürütülmesi ve sınırlandırma içeren her bir kararın hukuka uygun olması gerekmektedir. 

 

1.KEYFİ GÖZALTILARI ENGELLEYECEK, GÖZALTINDA MÜDAFİ İLE GÖRÜŞME YASAĞINI KALDIRACAĞIZ

 

NEDEN?

Anayasanın 19. maddesinin 4. fıkrası uyarınca yakalama halinde; yakalama sebeplerinin ve şüpheli hakkındaki iddiaların yazılı veya mümkün değilse sözlü olarak derhal, toplu suçlarda da en geç hâkim huzuruna çıkarılana kadar şüpheliye bildirilmesi gerekmektedir. Bildirim hakkına ilişkin bireysel ve toplu suçlar bakımından bu şekilde bir ayrım yapılması, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edilmesine yol açmaktadır. Zira AİHS’nin 5. maddesinde böyle bir ayrım yapılmamış, tüm suçlar bakımından en kısa sürede bildirim yapılması zorunlu kılınmıştır. 

 

Toplu işlenen veya terör suçlarında delillerin toplanması uzun süreceğinden bireysel suçlara nazaran farklı gözaltı sürelerinin belirlenmesi mümkündür. Fakat AİHM’e göre 12 veya 14 gün gibi sürelerin terör suçları için dahi uzun olduğu kabul edilmiş, bu uzun süreler nedeniyle ihlal kararları verilmiştir. Toplu işlenen suçlarda da niteliğine uygun düşecek makul süreler belirlenmesi gerekmektedir.

 

Kişi hürriyetinin sınırlandığı durumlarda, serbest bırakılma talepleri ile yetkili mercii önüne çıkarılma taleplerinin etkin bir şekilde sunulması müdafi desteğinin sağlanmasına bağlıdır. Ancak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 154/2. maddesinde, belirli suçlar bakımından 24 saat süre ile müdafi ile görüşme hakkının kısıtlanabileceği düzenlenmiştir. Müdafi ile görüşmenin sınırlandırılması, Anayasa’nın 19. ve AİHS’nin 5. maddesi ile yakalanan kişiye tanınan hakların etkin bir şekilde kullanımını, kişinin hakkındaki isnadı ve iddiaları öğrenmesini engellemektedir. 

 

Mevzuata göre, şüpheli veya sanığın çağrıldığı halde gelmemesinin yanı sıra, tutuklama kararı verilmesi veya yakalama emri düzenlenmesi için yeterli neden bulunması halinde de zorla getirme kararı verilmesi mümkündür. Ancak bu durumlarda, özellikle tutuklama kararı verilmesi veya yakalama emri düzenlenmesi için yeterli neden olduğu ileri sürülerek, şüpheli veya sanık hakkında davet usulü işletilmeksizin doğrudan zorla getirme kararı verilmesi, özgürlüğün ölçüsüz bir şekilde kısıtlanmasına yol açmaktadır. Bu konuda; hem kaçma şüphesi olan şüpheli veya sanıkların kaçma riskini önleyen hem de kaçma şüphesi olmayan şüpheli veya sanıkların keyfi olarak zorla getirilmesini önleyen ve vatandaşların kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını güvence altına alan bir düzenleme yapılması gerekmektedir.  

 

NASIL?

  • Anayasa’nın 19. maddesinde olağanüstü dönemde uygulanabilecek gözaltı süresi için azami bir süre belirleyerek olağanüstü hal süresince en geç bu sürede hâkim önüne çıkarılmayı güvence altına alacağız.

 

  • Suç tipi fark etmeksizin gözaltı işlemine tabi tutulanların müdafileri ile görüşmeleri için yeni bir yasal düzenleme yapacağız. Olağanüstü hâl döneminde KHK’larla Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 149., 151., 154., 178. ve 188. maddelerinde yapılan değişiklikleri tekrar gözden geçirerek belirli suçlar için getirilen müdafi kısıtlamasına ilişkin hükümleri kaldıracağız. 

 

  • Olağanüstü hâl döneminde savunma hakkını ve adil yargılanma hakkını engelleyecek şekilde KHK’larla Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102., 139., 140., 158., 161., 196., 216., 280. ve 299. maddelerinde yapılan tüm değişiklikleri gözden geçirecek ve gerekli değişiklikleri yapacağız.

 

  • Zorla getirme uygulanması için şüpheli veya sanığın usulüne uygun davet prosedürünün işletilmesini esas tutacağız ve uygulamada titizlikle uygulanmasını takip edeceğiz. 

 

2.KORUMA TEDBİRLERİNİ GÖZDEN GEÇİRECEK, TUTUKLAMA YASAĞININ KAPSAMINI GENİŞLETECEĞİZ

 

NEDEN?

Uygulamada tutukluluk ve tutukluluğun devamı hakkında verilen kararlarla ilgili olarak genel-geçer ifadelere yer verilmesi, tahliye talep eden kişi hakkında somut olayın özelliklerinin değerlendirilmemesi gibi nedenlerle AYM’nin ve AİHM’in ihlal kararları bulunmaktadır. 

 

Tutuklama, istisnai olarak uygulanması gereken bir koruma tedbiridir. Mevzuata göre tutuklama mecburiyeti bulunmamakta, aksine tutuklama kararının verilebilmesi için öncelikle “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin” ve bir tutuklama nedeninin bulunması gerekmektedir.  Ancak uygulamada, istisnai olarak uygulanması gereken bu tedbir peşin bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılmakta, şartları gerçekleşmeden tutuklama kararı verilebilmektedir.

 

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinde yer alan katalog suçlar bakımından tutuklamanın istisnai bir koruma tedbiri olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu suçların söz konusu olduğu hallerde de tutuklama yerine adli kontrol hükümlerine başvurulması mümkündür. Ancak uygulamada, katalog suçun mevcut olduğu durumlarda tutuklama mecburiyeti varmış gibi bir algı oluşmakta ve katalog suç isnatlı dosyalarda, tutuklamanın diğer şartlarının oluşup oluşmadığına bakılmaksızın doğrudan tutuklama kararı verilmektedir. 

 

AİHS’nin 5. maddesine bakıldığında, tutuklama için makul şüphe arandığı ve suç ayrımı yapılmadığı görülmektedir. Yasal mevzuatta tutuklama için kuvvetli şüphenin varlığını gösteren somut deliller aranmakta ise de “katalog” olarak adlandırılan suçların varlığı halinde bu şartın nasıl sağlandığının herhangi bir değerlendirme olmaksızın kabul edilmesi, AİHS nezdinde ihlallere neden olmaktadır. 

 

2017 yılında 696 sayılı KHK ile Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 104. maddesi 2. fıkrası değiştirilmiş, hâkim veya mahkemelerce verilmiş olan tutukluluk halinin devamı veya salıverme kararlarına tümüyle itiraz etme olanağı getirilmiştir. 2018 yılında 7079 sayılı kanunla aynen kabul edilen bu değişiklik nedeniyle Cumhuriyet Savcıları, hâkim veya mahkemelerce verilen tahliye kararlarına itiraz etme hakkına sahip olmuştur. Bu itirazlar nedeniyle, hakkında tahliye kararı verilen şüpheli veya sanığın ceza infaz kurumundan çıkmadan itiraz üzerine yeniden tutuklanması gibi ölçüsüz durumlar yaşanmıştır.

Bu yetkinin kullanılması, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını risk altında tutmakta, uygulamada hak ihlallerine neden olmaktadır. 

 

NASIL?

  • Ceza Muhakemesi Kanunu’nun tutukluluğun incelenmesini içeren 108. maddesini yeniden düzenleyeceğiz. Bu kapsamda, tutuklunun özel müdafisi varsa tutukluluk halinin mutlaka özel müdafisi eşliğinde incelenmesini, özel müdafisi yoksa suçun müdafi atanmasını gerektiren suçlardan olması halinde atanacak müdafi eşliğinde incelemenin yapılmasını sağlayacağız. Bu maddede ayrıca müdafinin tutukluluk incelemesinden haberdar edilmesine yönelik düzenlemeler yapacağız. 

 

  • Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. ve 108. maddelerine ekleyeceğimiz hükümle tutukluluk ve tutukluluk halinin devamı kararlarının Ceza Muhakemesi Kanunu’nun gerekçesinde somut olgu, olay ve delillerin ayrıntılı olarak yazılmasını sağlayacağız. Bu konuda hâkimlere gerekli eğitimlerin etkili bir şekilde verilmesini sağlayarak, inceleme sonucu verilen kararların somut olaya ve talep eden kişiye özgü özelliklerle ilişkilendirilmesini, buna dair ilgili ve yeterli gerekçelendirme yapılmasını sağlayacağız. 

 

  • Kararların yeterli gerekçe ile yazımına imkân sağlamak üzere yargının iş yükünü azaltmaya yönelik gerekli önlemleri alacağız. Hâkim ve savcılara, kararların AYM ve AİHM kararlarında belirlenen standartlar doğrultusunda yeterli ve açık olmasına ilişkin meslek içi eğitimler düzenleyeceğiz. 

 

  • İstinaf ve temyiz süreçlerinde, ilk derece mahkemelerinin gerekçesiz karar yazmaları nedeniyle verilen bozma kararlarının bir örneğinin terfi ve disiplin incelemelerinde dikkate alınmak üzere Hakimler ve Savcılar Kurulu’na iletilmesini sağlayacağız. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 289/1-g, h bentleri ile 280/1-e bendinde değişiklik yaparak istinaf ceza dairelerinin kararlarının gerekçeli karar hakkına ve savunma hakkına aykırılık hallerini de bozma nedeni olarak düzenleyeceğiz.  

 

  • Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinde yer alan katalog suç ayrımında belirlilik ilkesinin gereğini yerine getireceğiz. Bu kapsamda, revize edilecek olan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesini somut hale getireceğiz. 

 

  • Tutuklamanın istisna olması ilkesinin titizlikle uygulanması için gerekli tedbirleri alacağız. Görevini kötüye kullanmak suretiyle, kasten ve haksız yere tutuklama yapan, AYM veya AİHM’in verdiği hak ihlali kararına sebep olup devleti tazminata mahkûm ettiren ve zarara uğratan, bu durumun da yargı kararı ile ortaya konması halinde, söz konusu duruma neden olan hâkimlere ve savcılara bu tazminatın ve zararın rücu ettirilmesini sağlayacağız.

 

  • Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinde yer alan tutukluluk sürelerini kısaltacağız.

 

  • Soruşturma aşamasının bir an evvel tamamlanması için gerekli tedbirleri alacağız. 

 

  • Uzun tutukluluk sorununun temelden çözümü için yargılamada hedef süreleri yeniden revize ederek yargılama sürelerini makul seviyelere indireceğiz.

 

  • Cumhuriyet Savcısının yalnızca tutukluluk halinin devamı veya salıverme talebinin reddi kararlarına itiraz edebilme yetkisini koruyacak, buna karşılık tahliye kararlarına itiraz etme yetkisini kaldıracağız. 

 

3.HUKUKSUZ UYGULANAN ADLİ KONTROL TEDBİRİNE KARŞI TAZMİNAT HAKKI TANIYACAĞIZ

 

NEDEN? 

Anayasanın 19. maddesi, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının hangi hallerde sınırlandırılabileceğini düzenlemektedir. Maddenin son fıkrasında ise belirtilen esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradığı zararın, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre Devlet tarafından ödeneceğine yer verilmiştir. Bunun yansıması olarak Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesinde koruma tedbirleri nedeniyle tazminat hükmü düzenlenmiştir.  Ancak bu madde içeriğinde haksız yere adli kontrol hükümlerine tabi tutulanların tazminat isteminde bulunabileceği yer almamaktadır. Oysa adli kontrol tedbirleri de bir koruma tedbiri olup, Anayasa’nın 19. maddesinin sağladığı güvence kapsamında adli kontrol tedbirlerinin haksız yere uygulanması halinde de kişinin tazminat hakkının doğacağı kabul edilmelidir. 

 

Her ne kadar Yargıtay 12. Ceza Dairesi, içtihatları ile haksız olarak uygulanan adli kontrol hükümleri nedeniyle de tazminat istenebileceğine hükmedilmişse de yasal düzenleme olması hakkın ihlal edilmemesi için şarttır.

 

NASIL?

  • Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesine adli kontrol tedbirinin de hukuka aykırı olarak uygulanması durumuna karşı tazminat hakkını düzenleyeceğiz.

 

4.SEGBİS KULLANIMINI YENİDEN ELE ALARAK SAVUNMA HAKKINI KORUYACAĞIZ

 

NEDEN?

Ceza yargılamasında, doğrudanlık, yüz yüzelik ilkesi hâkimdir. Bu ilkeler, sanığın yargılama sırasında bizzat hazır bulunmasını, hâkim tarafından bizzat sorguya çekilmesini, iddialar karşısında savunma yapmasını gerektirmektedir. Bu ilkeler ile, amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılması olan ceza yargılamasında delillerin hukuka uygun bir şekilde değerlendirilmesi ve savunmanın etkin bir şekilde yapılabilmesi amaçlanmıştır. 

 

SEGBİS (Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi) sisteminin yaygın bir şekilde kullanılması ve sanığa bu konuda seçimlik hak tanınmaması özellikle tutuklu olan kişilerin etkili savunma yapma imkânlarını kısıtlamaktadır. Şüpheli veya sanığın savunmalarını ve iddialara karşı itirazlarını duruşma salonunda bizzat bulunarak aktaramaması, hürriyeti ihlal edici nitelikte olan tutukluluk halinin devamı yönünde kararlar verilmesine yol açabilmektedir.

 

NASIL?

  • SEGBİS yolu ile ifade ve sorgu işlemi yapılabilmesini, sanığın açık tercihi hali ile sınırlı tutacağız. 

 

5.BEKÇİLERİN YETKİLERİNİ SINIRLANDIRACAĞIZ

 

NEDEN?

7245 sayılı Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu’nun 11 Haziran 2020 tarihinde yürürlüğe girmesi ile bekçilerin yetkileri daha da genişletilmiştir. Bugünkü aşama ile bekçilerin Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca zor ve silah kullanma yetkisi bulunmaktadır. Bununla birlikte bekçiler, durdurma, kimlik sorma ile kişi özgürlüğünü sınırlandıran ilk işlemlerden biri olan yakalama işlemlerini yapma yetkisine de sahiptir. Gerekli eğitim ve donanıma sahip olmayan kişiler tarafından bu yetkilerin kullanılması kuşkusuz hak ihlallerine neden olmaktadır. Kolluk kuvvetinin bile zor ve silah kullanma yetkisinin sınırlarının yeniden ele alınması gerekmesine rağmen, bekçilere bu şekilde önemli yetkiler verilmiş olması sakıncalıdır.

 

NASIL?

  • Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile tanınan yetkilerin istisnalar dışında sadece polislere ait olmasını sağlayacağız.
  • Bekçilere tanınan kolluk yetkilerini sınırlandıracağız ve belirli hale getireceğiz. Bekçilik görevinde önleyici kolluk faaliyeti niteliğinin gereği olan yetkileri ön plana çıkaracağız.

 

6.İDARE VE GÖZLEM KURULLARININ ADİL KARARLAR VERMESİNİ SAĞLAYACAĞIZ

 

NEDEN?

Cezanın infazı amacıyla kişinin ceza infaz kurumunda tutulmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Verilen cezanın hukuka uygun olup olmadığı kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile değil adil yargılama hakkıyla ilgilidir.

 

Ancak, 14.04.2020 tarihinde 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile 29.12.2020 tarihinde yayınlanan Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri İle Hükümlülerin Değerlendirilmesine Dair Yönetmelik uyarınca, hükümlülerin gözlem ve sınıflandırmasına ilişkin yeni düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelerden biri de ceza infaz kurumlarında bulunan idare ve gözlem kurullarının hükümlüler hakkında açık ceza infaz kurumuna ayrılma, denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazına ve koşullu salıverilmeye esas iyi hâl değerlendirmelerini yapma yetkisidir.

 

Kişi özgürlüğünü doğrudan etkileyecek nitelikte kararlar veren idare ve gözlem kurullarının yetkilerinin ve değerlendirme ölçütlerinin kanun yerine yönetmelik ile düzenlenmesi doğru değildir. Temel bir hakka müdahale içeren bu yetkilerin ne şekilde kullanılması gerektiğinin kanunla kesin ve net olarak belirtilmesi gerekmekle birlikte, bu yönde bir yetkinin cezaevleri bünyesinde oluşturulan kurullara verilmesi hukuken sakıncalıdır. 

 

Fiili infaz süresini tamamlamış olsa da idare ve gözlem kurullarının özellikle terör suçundan hüküm giyenlere yönelik somut kriterler göz ardı edilerek hükümlünün “iyi halli olmadığına dair” yaptıkları değerlendirmeler ile toplamda on yıl ve daha fazla hapis cezası alanlar ile terör suçu kapsamında cezalandırılan mahkumların mahpusluk durumları devam ettirilmektedir.  

 

NASIL?

  • İdare ve Gözlem Kurullarının yapısını yeniden düzenleyerek suç türü, ağırlığı vb. kıstaslara göre oluşturulan farklılıklara son vereceğiz. İdare ve Gözlem Kurullarının şeffaf çalışmaları için denetim mekanizmalarını etkili kılacak, infaz mevzuatına aykırı şekilde ve gerekçesiz olarak karar veren hakimlere yönelik Hakimler ve Savcılar Kurulu teftiş sisteminin etkinliğini artıracağız.

 

  • Hükümlülerin açık ceza infaz kurumuna geçmesi, denetimli serbestlikten faydalanması gibi konularda İdare ve Gözlem Kurullarının karar verme yetkilerinin kötüye kullanılmasını engelleyeceğiz. 

 

7.HASTA MAHPUSLARIN TAHLİYESİ İÇİN TAM TEŞEKKÜLLÜ DEVLET HASTANESİ RAPORUNU KABUL EDECEĞİZ

 

NEDEN?

Cezaevlerinin doluluk oranının artması ile doğru orantılı olarak hasta mahpus sayısı da artış göstermektedir. Bugün itibari ile resmi olarak hasta mahpus sayısı tam olarak bilinmese de cezaevlerinde yaşanan ölüm sayılarında artış olduğu bir gerçektir.

 

Son zamanlarda birçok sağlık kuruluşundan cezaevinde kalamaz şeklinde raporu bulunan mahpusların, Adli Tıp Kurumu’nun aksi yönde rapor vermesi nedeniyle tahliye edilmediği görülmektedir. 

 

Hastalıklarına rağmen tahliye edilmeyen, haklarında cezaevinde kalabilir şeklinde Adli Tıp Kurumu raporu verilen mahpusların en başta yaşam hakkı tehdit altında olduğu gibi bu kişiler hukuksuz uygulamalarla özgürlüklerinden de mahrum bırakılmaktadır. Çünkü yasal mevzuata göre belirli bir derecede hastalığı olan mahpusun cezaevinden tahliye edilmesi gerekmekte olup, ölçüt olarak Adli Tıp Kurumu raporu kabul edilmektedir. Ancak bağımsızlığını yitiren Adli Tıp Kurumu’nun raporları nedeniyle, hakkı olmasına rağmen pek çok mahpusun tahliyesi engellenmektedir.

 

Bununla birlikte, cezaevinde sağlığa erişim de önemli bir sorundur. Tahliye edilmesini gerektirir bir rahatsızlık olarak görülmese de hürriyetinden yoksun bırakılan kişinin tedavisi, CPT standartlarına uygun bir şekilde toplumda sunulan sağlık hizmetlerine uyumlu olarak sağlanmalıdır. Sağlığa erişimde aracı olan sağlık personelinin cezaevi yönetimine karşı bağımsız olması gerekmektedir. 

 

NASIL?

  • Engellilik, hastalık veya kocama nedeniyle ceza infaz kurumunda yaşamını tek başına idame ettiremeyen hükümlüler bakımından cezanın denetimli serbestlik tedbiri altında infazına ilişkin uygulamanın kapsamını genişleteceğiz. Cezaevinde kalamayacak derecede hastalığı, engeli bulunan hasta ya da yaşlı mahpusların tahliye ve infaz erteleme taleplerinin değerlendirilmesinde ölçüt kabul edilen Adli Tıp Kurumu raporlarının yanı sıra, Adalet Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı kararı ile her ilde belirlenmiş tam teşekküllü devlet hastaneleri tarafından alınan raporların da dikkate alınmasına yönelik yasal bir düzenleme yapacağız.

 

  • Adli Tıp Kurumu süreci de dahil olmak üzere ceza infazının ertelenmesi sürecinde belirli süreler öngörecek ve sürecin en kısa zamanda sonuçlandırılmasına ilişkin yasal bir düzenleme yapacağız. İnfaz ertelemesi konusunda alınacak sağlık raporlarının “gecikmesinde sakınca bulunan hal” şeklinde düzenleyerek raporların Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi ile derhal ceza infazının ertelenmesi kararı alınmasını sağlayacağız.

 

  • Adli Tıp Kurumu’nun yapısını yeniden ele alacak ve siyasi iradeden bağımsız kararlar vermesini temin edeceğiz. 

 

  • Hasta mahpusların ceza infaz kurumlarındaki tedavi olanaklarını toplumda sunulan sağlık hizmetlerine uygun hale getirecek, hasta mahpusların sağlığa erişim sorununu çözeceğiz. Revirde yeterli sayıda hekim bulundurulmaması, psikolog ve psikologla görüşme yapılabilecek odaların bulunmaması, hastane sevklerinin ve revir muayenelerinin gecikmeli yapılması gibi durumlara son vereceğiz. 

 

  • Hekim muayenelerinin hekimin talebi doğrultusunda yapılmasını sağlayacak, hekimin kolluğun muayene odasının dışına çıkması yahut da kelepçenin çıkarılması taleplerinin soyut gerekçe ile keyfi şekilde reddedilmesinin önüne geçeceğiz. 

 

  • Ceza infaz kurumlarında görevli doktor ve sağlık personelinin sayısını artıracağız. Ceza infaz kurumu hekimliği uygulamasında hekimlerin kalıcı ve uzun süreli çalışmalarını sağlayacak, rehabilitasyon imkanlarını artıracak, özlük haklarını iyileştirecek ve yıpranma paylarının verilmesini sağlayacağız.

 

  • Ceza infaz kurumlarından mahkûm sevk edilen hastanelerin tamamında adli muayeneye özgü birim ve fiziki mekânları tamamlayacağız. Sevk konusundaki koordinasyon eksikliği ile personel ve sevk aracı yetersizliğinden kaynaklanan sorunları çözeceğiz. Sevke ilişkin evraklarda mahpusun işlemiş olduğu suçun belirtilmemesini temin edeceğiz. 
Özel Hayata Saygı Hakkı

Anayasanın “özel hayatın gizliliği ve korunması” başlığı altında yer alan özel hayata saygı hakkı; kişinin mahremiyetinden şeref ve itibarının korunmasına, adının ve kimliğinin korunmasından sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına, mesleki hayattan kişisel verilerin korunmasına kadar birçok farklı konuda güvenceler içermektedir. Kapsamına aldığı hukuki değerlerin genişliği nedeniyle “torba bir hak” olarak kabul edilen özel hayata saygı hakkı; AİHS’nin en geniş yorumlanan maddelerinden biri olan 8.  maddesinde; “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir” şeklinde düzenlenmiştir. 8’inci maddede yer alan bu düzenlemenin; “özel hayata saygı hakkı”, “aile hayatına saygı hakkı”, “konut dokunulmazlığı” ve “haberleşme hürriyeti” olmak üzere dört temel hakkı korumaya yönelik olduğu görülmektedir.

 

Özel hayata saygı hakkına yönelik olarak devletin; kişilerin hem özel hayatına müdahale etmeme yönünde “negatif” hem de müdahaleleri önleme yönünde “pozitif” yükümlülüğü bulunmaktadır. Devletin özel hayata saygı hakkına yönelik bu negatif ve pozitif yükümlülüklerini gereği gibi yerine getirmemesi, özel hayata saygı hakkının ihlal edilmesine yol açmaktadır. AİHS’nin 8/2. maddesi de özel hayata saygı hakkına yönelik bir müdahalenin ihlale yol açmaması için “demokratik bir toplumda gerekli olma”, “kanunda öngörülmüş olma” ve “kanuna uygun olarak gerçekleştirilmiş olma” şartlarının birlikte gerçekleşmiş olması gerektiğini düzenlemektedir. 

 

DEVA Partisi olarak; kişilerin kendilerine ait, herkesten gizleyebildiği, özel ve gizli bir yaşam sürdürebilmesini mümkün kılan özel hayata saygı hakkının AİHM içtihatlarına uygun bir şekilde koruma altına alınabilmesi için gereken tedbirleri alacağız. 

 

1. ARAMA VE EL KOYMA UYGULAMALARINDAKİ HAK İHLALLERİNE SON VERECEĞİZ

 

NEDEN?

Arama bir koruma tedbiri olup şüpheli ya da sanığın yakalanması ya da delillerin yahut müsadere edilecek eşyaların ele geçirilmesi amacıyla yapılan bir araştırma işlemidir. Hukuk devleti olmanın bir gereği olarak arama işlemi, arama kararı veya emrinin sınırlarında, keyfilikten uzak, ölçülü ve insan haklarına uygun bir şekilde yerine getirilmelidir. Bu kıstasların dışında yapılmış olan arama işlemi hukuka aykırıdır. 

 

Arama, temel hak ve özgürlüklere doğrudan müdahale eden bir tedbir olması sebebiyle, tedbirin belirlilik ilkesine uygun olarak yerine getirilmesi zorunludur. Aksine, sınırları belirli olmayan arama işlemi, temel hak ve özgürlüklere keyfi müdahalenin önünü açacağı gibi hukuka olan güveni de zayıflatacaktır. Arama işlemi ile ilgili belirlilik ilkesi olarak ifade edilen husus yasalarımızda açıkça düzenlenmemiştir. Ancak belirlilik ilkesine atıflar söz konusudur. Uygulamada arama ile ilgili olarak her ne kadar mevzuat açık bir şekilde düzenlenmiş ise de birtakım sorunlarla karşılaşılmaktadır. Söz konusu sorunların genellikle kolluk uygulamalarından kaynaklandığı görülmektedir.

 

El koyma da bir koruma tedbiri olup suçun veya tehlikelerin önlenmesi amacıyla veya suçun delili olabileceği veya müsadereye tabi olduğu için, bir eşya üzerinde, rızası olmamasına rağmen, zilyedin tasarruf yetkisinin kaldırılması işlemi olarak karşımıza çıkar. El koyma suç kapsamında el konulacak eşya ve değerin durumuna göre çeşitlere ayrılır. Postada el koyma, taşınmaz, hak ve alacaklara el koyma, bilgisayar kütüklerine el koyma gibi çeşitleri söz konusudur. Burada da arama tedbiri gibi uygulamadan doğan birtakım sorunlarla karşılaşılmaktadır. Bu nedenlerle özellikle uygulama yapan kolluk teşkilatının eğitilmesi ve var olan kuralları hukuka uygun bir şekilde yerine getirmesi için gerekli tedbirler alınmalıdır.

 

NASIL?

  • Arama koruma tedbiri kapsamında belirlilik ilkesi ile ilgili olarak yasal bir çerçeve çizeceğiz. 

 

  • Mevzuatta arama kararı gereken halleri yeniden gözden geçireceğiz.

 

  • Arama ile ilgili kolluk uygulamaları konusunda kolluğun hukuka uygun davranması için gerekli tedbirleri alacağız. Arama tedbirinin, arama kararı konusunda verilen mahkeme kararına uygun bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamak için kolluk personeline eğitimler verecek, hukuka aykırı davranan kolluk personeli hakkında hukuki sürecin işletilmesini sağlayacak, teftiş sisteminin etkinliğini artıracağız. 

 

  • El koyma tedbiri ile ilgili olarak özellikle bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde yapılan el koyma işlemlerinin mevzuata uygun gerçekleştirilmesini sağlayacak, el koyma anında kopyaları alınmak suretiyle el koyma işlemi gerçekleştirilmesi için gerekli çalışmaları yapacağız.

 

2.İLETİŞİMİN DENETLENMESİ UYGULAMALARINDAKİ HAK İHLALLERİNE SON VERECEĞİZ

 

NEDEN?

Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi; en az iki kişi arasında, biri şüpheli veya sanık olmak üzere, araya bir iletişim aracı sokularak yapılan her türlü haberleşmenin tespit edilmesi, gizli bir şekilde dinlenmesi, kayda alınması veya sinyal bilgilerinin değerlendirilmesidir. İletişimin denetlenmesine uygulamada teknik takip de denilmektedir.

 

Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin dinlenebileceği, kayda alınabileceği ve sinyal bilgilerinin değerlendirilebileceği düzenlenmiştir. Bu madde kapsamında temel haklardan özellikle haberleşme hürriyetini ihlal etme ile özel hayatın gizliliğini ihlal etme durumu söz konusu olduğundan oldukça sıkı şartlara bağlanmıştır. 

 

İletişimin denetlenmesi usulü mevzuatta oldukça ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş olmasına rağmen uygulamadan kaynaklanan sorunlar önemli hak ihlallerine yol açabilmektedir. Ülkemizde yakın geçmişte yapılan usulsüz dinlemelerle ilgili soruşturmalar bu hususun açık göstergesidir. 

 

Kişinin temel hak ve özgürlüklerinden biri olan haberleşme özgürlüğüne müdahale teşkil eden iletişimin denetlemesi tedbiri devletin, kimi zaman suç işlenmesini önlemek kimi zaman suç ve suç delillerine ulaşmak için başvurduğu koruma tedbirlerinden biridir. Ancak suç ve suçlu ile mücadelede devlet, keyfi uygulamalardan kaçınmalı ve bu yetkisini yasal düzenlemelere uygun ve ölçülülük ilkesinin gerektiği şekilde kullanmalıdır.

 

NASIL?

  • İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması hususundaki mevzuat tekrar gözden geçirilerek gerekli değişiklikleri yapacağız.

 

  • Katalog suçlar dışında elde edilecek deliller açısından üçüncü kişilerin zarar görmemesi için mahkeme kararlarında hakkında denetim kararı verilecek kişi ile iletişim araçlarına yönelik somut bilgilerin yer almasını sağlayacağız. 

 

  • Uygulamada, kolluk görevlileri uzun süre iletişimin denetlenmesi tedbirine başvurulmasını sağlamak amacıyla örgüt kapsamına girmeyen suçları örgütlü suç gibi gösterebilmektedirler. Buna göre elde edilen deliller de hukuka aykırı bir hal almış olmaktadır. Bu nedenlerle tedbirin hukuka uygun olacak şekilde uygulanması için gerekli tedbirler alınacaktır.

 

  • Kamu otoritelerinin hukuk dışı yollarla kişilerin iletişimini (mobil iletişim, mail trafiği, şebekeler üstü iletişim vb.), internet veri trafiğini izlemesini önleyecek tedbirleri alacağız. Hukuka aykırı davrananların cezalandırılmasını sağlayacağız. 

 

3.KİŞİSEL VERİ GÜVENLİĞİNİ GÜÇLENDİRECEĞİZ

 

NEDEN?

Kişisel verilerin güvenliği, enformasyon teknolojilerinin gündelik yaşamı tümüyle kuşatmış olduğu içinde bulunduğumuz dönemde, bireyin temel hak ve hürriyetlerini güvence altına almayı öncelemiş olan gelişmiş toplumların ivedi gündemini oluşturmaktadır. 

 

Türkiye’de 2016 yılında Kişisel Verilerin Korunması Kanunu yürürlüğe girmişse de söz konusu Kanun ve beraberindeki yasal düzenlemelerin Türkiye’de kişisel veri güvenliğini sağlayamadığı ortadadır. 

 

Ülkemizde Anayasal bir hak olan kişisel veri güvenliği en başta devlet eliyle ihlal edilmektedir. Zira devletin pozitif yükümlülükleri doğrultusunda veri güvenliğine ilişkin gerekli teknik ve idari tedbirler alınmadığından; muhtelif kamu kurum ve kuruluşlarının veri alt yapılarına yönelik siber saldırıların gerçekleşmesi ve veri ihlallerinin söz konusu olması ne yazık ki, Türkiye için alışılageldik bir durum haline gelmiştir.

 

E-devlet, e-nabız, ÖSYM, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü ve sair devlet kurumlarına ait veri kayıt sistemlerine yönelik siber saldırılar gerçekleştirildiği yönünde önemli iddialar gündeme gelmiş ancak söz konusu kamu kurumları tarafından ne kamuoyunu tatmin edici bir açıklama yapılmış ne de konu ile ilgili aktif soruşturma başlatılmıştır.  

 

Daha da önemlisi; kişisel veri işleme faaliyetini, veri ilgilisi lehine büyük ölçüde sınırlayan veri minimizasyonu ilkesi ve kişisel verilerin korunması hukukuna ilişkin diğer tüm ilkeler; söz konusu “devletin” veri işleme faaliyeti olduğunda tümüyle yok sayılarak kamu güvenliği adı altında soyut ve mesnetsiz gerekçelerle bizzat devlet eliyle ihlal edilmektedir.

 

Öyle ki, gelinen noktada kişisel veri mahremiyetinin sağlanması bir yana devlet tarafından vatandaşların kişisel verileri hukuka aykırı olarak veri minimizasyonu ilkesi sınırları aşılarak işlenmekte; fişleme ve sansür aracı haline gelen kişisel veri işleme faaliyeti ile mutlak bir devlet gözetimi inşa edilmektedir.

 

Nitekim 2020 yılında Dernekler Kanunu’nda yapılan, dernek üyeleri verilerinin mülki idare amirliğine bildirilmesi zorunluluğu gibi yasal düzenlemelerin yürürlüğe konulmasının yanı sıra; BTK tarafından 2020 tarihli yazı ile internet servis sağlayıcılarından, internet kullanıcılarının tamamının muhtelif kişisel verilerini ihtiva eden trafik verilerinin kendisine gönderilmesini istemiş olduğunun ortaya çıkması gibi çeşitli vakalardan da görüleceği üzere, Türkiye’de devlet eliyle kişisel veri güvenliği ihlal edilmektedir.

 

Şüphesiz ki kişisel veri güvenliğinin sağlanması ile temelde, bireylerin verilerinin otorite tarafından izlendiğine, kaydedildiğine ve aleyhine kullanılacağına yönelik herhangi bir gözetim endişesi olmadan ve oto sansüre maruz kalmadan yaşaması hedeflenmektedir. Zira yalnızca kişisel verilerin işlendiği ihtimalinin bilinmesi dahi bireylerin kişisel davranışlarını kısıtlayabilecek etkiye sahiptir.

 

Devlet gözetimine maruz kalan vatandaşın, dernek üyeliğinden internet üzerindeki her hareketine kadar izlendiği düşüncesiyle davranışlarını kısıtlaması ve kendine oto sansür uygulaması neticesinde din ve vicdan özgürlüğü, düşünce, kanaat ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü, toplantı hak ve özgürlüğü, özel yaşamın korunması hakkı başta olmak üzere anayasal haklarının ihlal edilmiş olacağı açıktır. Kişisel verileri hukuka aykırı olarak işlenerek profili belirlenmiş olan vatandaşların bilgiye ve habere ulaşma hakları, kişiselleştirilmiş reklam teknikleri ile sansüre maruz kalarak ihlal edilebilmekte ve bu kişiler böylelikle bilhassa siyasi olarak manipüle edilebilmektedir. Dünya siyasetinde örneklerine şahit olduğumuz bu durumlarda ise vatandaşların seçme ve seçilme haklarının ihlal edildiği ortadadır.

 

Kaldı ki, hukuka uygun herhangi bir gerekçeye dayanmayan, “kamu düzeni” adı altında soyut ve belirsiz gerekçelerle yapılan veri işleme faaliyetlerinin esasen fişleme amacına hizmet etmekte olduğu, bu durumun herkesin ayrımcılığa, kötü muameleye ve çeşitli haksızlıklara maruz kalacağına yönelik önemli bir tehdit oluşturduğu açıktır.

 

NASIL?

  • Kişisel veri güvenliğinin sağlanmasında devletin pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde gerçekçi ve somut adımlar atacağız.

 

  • Kamu kurumlarının, kişisel veri işleme faaliyetlerini kamu güvenliği adı altında soyut gerekçelerle yetinmeksizin maddi, hukuki ve açık nedenlere dayandırması hususunda gerekli yasal düzenlemeleri revize edecek, idari denetimi sıkı tutacağız.

 

  • Kişisel veri güvenliği mevzuatının ruhu ile bağdaşmayan, dernek üyelerinin kişisel verilerinin mülki idare amirliğine bildirilmesi zorunluluğu gibi tamamen vatandaşlarımızı fişleme ve kategorize etme amacı güden hukuka aykırı düzenlemeleri derhal kaldıracağız.

 

  • İnternet trafiğini gözetleyerek vatandaşları gözetim endişesi altında bırakan, izlendiği düşüncesiyle davranışlarını kısıtlaması ve kendine oto-sansür uygulamasına neden olan otoriter ve hukuksuz uygulamaları sona erdireceğiz.

 

  • Kamu kurumlarının kişisel verileri işleme faaliyetlerinin kapsamı, dayanağı, gerekçeleri, koşulları ile alınan güvenlik tedbirleri ve olası sızıntılar hakkında kamuoyunu tatmin edici nitelikte bilgi edinme mekanizmalarının etkili bir şekilde çalıştırılması yönünde gerekli adımları atacağız.

 

  • Sağlık, genetik, biyometrik veri gibi en kapsamlı veri işleme faaliyetlerinin yürütülmekte olduğu kamu kurumlarında veri sızıntısına imkân vermeyecek nitelikte teknik tedbirlerin alınmasını sağlayacağız.

 

  • Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun Avrupa Birliği müktesebatıyla uyumlu hale getirilmesi için gerekli yasal düzenlemeleri yapacağız.

 

  • Kişisel Verilerin Korunması Kanunu hükümlerinin özel hukuk kişileri tarafından uygulanmamasına yönelik Kişisel Verileri Koruma Kurulu’nun denetim ve yaptırım uygulama mekanizmalarının etkili hale getirilmesini sağlayacağız.

 

  • Kişisel veri ihlallerinin yaygın olarak görüldüğü, ihlal edilen verinin saniyeler içinde milyonlarca internet kullanıcısına ulaşabildiği gözetildiğinde; internet ortamı ve sosyal paylaşım platformlarına yönelik, veri ihlaline uğrayan veri ilgilisinin mağduriyetini derhal giderecek, ilgilinin başvurusunu bürokratik prosedürlerle sürüncemede bırakmayacak işlevsel ve pratik yasal düzenlemeleri hayata geçireceğiz.

 

  • Kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçiren ve bunun ticaretini yapanlarla operasyonel düzeyde hem hukuki hem de siber zeminde mücadele için gerekli idari adımları atacağız.

 

CEZA İNFAZ KURUMLARINDA ÖZEL HAYATIN İHLAL EDİLMESİNE SON VERECEĞİZ

 

NEDEN?

Hükümlülük ve tutukluluk, niteliği gereği, kişilerin özel ve aile yaşamı üzerinde çeşitli sınırlandırmalar getirmektedir. Bununla birlikte devlet, hükümlü ve tutukluların sosyal rehabilitasyonunu teşvik etmek, hapishane dışındaki kişilerle bağlarını oluşturmalarına ve sürdürmelerine mümkün olduğunca yardım etmek zorundadır. Özel hayat ve aile hayatına saygı hakkı, ceza infaz kurumlarında kalıyor olmanın hükümlü ve tutukluların üzerindeki etkilerinin, hapsetmenin doğasında bulunan “normal” zorlukların ve kısıtlamaların ötesine geçilmemesini gerektirmektedir. Bu noktada AİHM, hükümlü ve tutukluların, ailesiyle olan ilişkilerini devam ettirmesinde devletin pozitif yükümlülüğü olduğunu kabul etmektedir.

 

Ceza infaz kurumlarının sistemlerinin düzenlenmesinde yetkililerin geniş bir takdir yetkisinin olduğu ve bu takdir yetkisinin kullanımının hükümlü ve tutukluların özel hayat ve aile hayatlarına saygı haklarına birtakım sınırlandırmalar getirebileceği şüphesizdir. Ancak bu takdir yetkisi kullanımının hak ihlaline yol açmaması için, bu yetkinin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve ölçülü bir şekilde kullanılması gerekmektedir.

 

Günümüz dünyasında; hükümlü ve tutuklulara yönelik infaz politikalarının salt ıslah amaçlı olmadığı, bu kişilerin yeniden sosyalleştirilip sağlıklı bireyler olarak toplumsal hayata geri dönmelerini sağlamaya da yönelik olması gerektiği kabul edilmektedir. Bu noktada, hükümlü ve tutukluların özel hayata saygı haklarının üzerinde uygulanan sınırlandırmaların büyük bir öneme sahip olduğu açıktır. 

 

DEVA Partisi olarak gerek mevzuat hükümleri gerekse de uygulama Dolayısıyla hükümlü ve tutukluların özellikle haberleşme hürriyeti ile aile hayatına saygı hakları üzerine yaşanan hak ihlallerini sona erdirmek için gereken tedbirleri alarak temel hak ve hürriyetlerin koruma altına alındığı bir infaz politikasını hayata geçireceğiz.

 

NASIL?

  • Hükümlülerin cezalarının mümkün olduğu ölçüde ailelerinin kolaylıkla ulaşabileceği yerlerde infaz edilmesini ve bu suretle aile bağlarını sürdürmelerini sağlamaya yönelik tedbirleri alacağız.

 

  • 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirleri Hakkında Kanun’da ve ilgili yönetmelikte gerekli değişiklikleri yaparak hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınları tarafından ziyaret edilmesini AİHM içtihatlarına uygun şekilde düzenleyeceğiz.

 

  • Hükümlü ve tutukluların, kendilerini ziyaret edeceğini bildirdiği listede yer alan kişileri değiştirmesini mümkün hale getireceğiz.

 

  • Hükümlü ve tutukluların açık ve kapalı görüş sürelerini uzatacak, açık görüş hakkının sayısını artıracağız.

 

  • Hükümlü ve tutukluların engelli ziyaretçilerinin görüşlerini açık görüş şeklinde yapabilmelerine imkân sağlayacağız.

 

  • Hükümlü ve tutukluların yakınlarının ölümü, cenazesi, hastalığı ve doğal afet durumlarında kullanabilecekleri mazeret izninin kapsamını genişleterek bu taleplerle ilgili kararların en kısa sürede alınmasına yönelik tedbirleri alacak, güvenlik gerekçesiyle bu hakkın kullanılmasının engellenmesinin önüne geçeceğiz.

 

  • Çocuğun üstün yararı ilkesine uygun olarak, 5275 sayılı Kanun’un 16/4 maddesinde değişiklik yaparak; “18 yaşından küçük ve babası ölmüş veya cezaevinde çocuğu olan anneler” ve “18 yaşından küçük ve annesi ölmüş çocuğu olan babalar” hakkında belirli suçlar dışında tutuklama kararı verilemeyeceğini ve bu kişiler hakkında verilen toplam 10 yıl veya daha az süreli hapis cezalarının infazının, toplum güvenliği açısından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağının değerlendirilmesi şartıyla,  çocuğun 18 yaşını doldurana kadar ertelenebilmesini sağlayacak veya koşullu salıverilme gibi çözümler öngöreceğiz. 

 

  • 5275 sayılı Kanunda “ödül” olarak düzenlenen hükümlü ve tutukluların eşleriyle mahrem görüşmelerini, bütün hükümlü ve tutukları kapsayacak bir “hak” olarak düzenleyeceğiz.

 

  • Mektup alma ve göndermenin, cezaevlerinde bulunan hükümlü ve tutukluların dış dünya ile bağlantıya geçmelerinin en önemli yollarından birisi olduğu gerçeğinden hareketle; bu hakkın ceza infaz kurumu yetkililerince “ilgisiz ve yetersiz bir şekilde” engellenmesini ortadan kaldırmaya yönelik gereken tedbirleri alacağız. Hükümlülerin, özellikle insan hakları alanında çalışma yapan kuruluşlara, gazete ve gazetecilere, barolara, milletvekillerine ve kamu görevlilerine, infaz uygulamalarına ilişkin yaşadığı sorunları iletmek ve hukuki yardım talep etmek amacıyla gönderdiği mektupların soyut gerekçelerle alıkonulmasını engellemeye yönelik gereken tedbirleri alacağız.

 

  • Cezaevindeki kadınların özel hijyen ihtiyaçlarının ücretsiz karşılanmasını sağlayacağız. Cezaevi personeline ve infaz koruma memurlarına meslek içi ve meslek öncesi eğitimler düzenleyerek, cezaevindeki kadınların ihtiyaçlarıyla ilgili bilinçlendirme çalışmaları yapacağız.
Din, İnanç ve Vicdan Özgürlüğü

Ülkemizde din ve vicdan özgürlüğü sorunu, genel bir sorun olan demokrasi ve özgürlükler sorunundan bağımsız değildir. Her ne kadar Anayasanın 24. maddesinde din ve vicdan özgürlüğü teminat altına alınmış olsa da insan haklarına dayanan demokratik hukuk devletinin gerektirdiği özgürlükçü bir yapı ve işleyiş hiçbir zaman sağlanamamıştır. Yaşamın hemen hemen her alanında, adeta beşikten mezara kadar din ve vicdan özgürlüğü bakımından birçok sorunla karşılaşılmaktadır.

 

Devletin tüm görüşler ve inançlar karşısında tarafsız olmaması, kendisinde toplumu biçimlendirme ve dönüştürme görevi görmesi, laiklik ilkesinin anti-demokratik anlaşılması ve otoriter uygulanması ile din özgürlüğü alanına sınırsızca müdahale edilmesi; başörtüsü, Alevilik, gayrimüslim topluluklar örneklerinde somutlaşan biçimde yoğun hak ihlallerine sebep olmuştur.

 

Günümüzde de yaşanan yoğun hak ihlalleri temelde, devlet gücünü kullananların tarafsızlık ilkesine uymamasına, laiklik ilkesinin temel hak ve özgürlükler ekseninde hayata geçirilmemesine, Anayasal korumanın yetersiz olmasına, AYM ve AİHM kararlarının uygulanmaması yanında belli bir inancı veya ideolojiyi referans alan çoğunlukçu idari ve yargısal pratiklere dayanmaktadır.     

 

DEVA Partisi olarak herkesin inancına ve yaşam tarzına saygı duyulduğu, kişilerin din, inanç ve yaşam tarzı fark etmeksizin özgürce yaşadığı, herkesin kendi kimliğiyle ve kendisi olarak eşit şekilde toplumsal, kamusal ve siyasal yaşama katıldığı ve ötekileştirme hissi doğuran tüm uygulamaların ortadan kaldırıldığı özgürlükçü laiklik anlayışını esas alan bütünlüklü bir sistem inşa edeceğiz. 

 

1.ANAYASADA DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ GÜÇLENDİRECEĞİZ 

 

NEDEN?

 

İnanmanın, inancını ifade etmenin ve bunlara göre yaşamanın, bu amaçla örgütlenmenin ve kamusal alanda var olma temel bir haktır. İnanç alanına müdahaleden ziyade, insanların inançlarını korkusuzca ve tam bir huzurla yaşayabilecekleri özgür ortamı sağlamak ve insanların inançlarının gereğini yaşamalarının önündeki engelleri kaldırmak devletin temel görevidir. 

 

Devletin bu görevi barışçıl ve saygın bir biçimde yerine getirebilmesi için her türlü inanç, görüş ve ideolojiye eşit mesafede durması ve hiçbir görüşün ne yanında ne de karşısında yer alması gerekir. Zira devletin resmi bir görüşünün olması kendisi gibi düşünmeme özgürlüğünü yok etmeye yeltenmesine, militanlaşmasına ve yasakçı olmasına yol açmaktadır. Bu durumda “insan için var olan” ve “temel hak ve özgürlüklere dayanan” bir devlet anlayışından, yani demokrasiden söz edilmesi de mümkün değildir. Laiklik ilkesinin de insan için var olan devlet anlayışı içinde yorumlanması gerekir, bu sebeple Anayasamız sadece “laik devletten” değil, “demokratik ve laik devletten” bahsetmektedir. Laiklik demokrasinin bir sonucudur, bireyin özgürlüğünü ve dolayısıyla toplumsal çoğulculuğu korumak için devletin tarafsızlığını temin eder, yani bireyin hak ve özgürlükleri lehine devleti sınırlandırır, aksi için öne sürülemez. Bireye bir düşünüş veya yaşam biçimi dayatan bir devletin din ve vicdan özgürlüğünü temin etmesi mümkün olmadığı gibi tarafsızlığını bu şekilde ihlal eden bir devlet bizatihi laiklik ilkesinin ihlal edilmesine yol açmaktadır.

 

Özgürlükçü laiklik anlayışına göre devlet, kamu düzeni ve başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması için gerekli sınırlamalar dışında din ve vicdan özgürlüğünü kısıtlayamaz. Buna göre laik devlet bir inancı tanımlayamaz, dini toplulukların ibadethanelerini ne tanımlayabilir ne de kısıtlayabilir. Aynı şekilde laik bir devlet, dinî toplulukların iç işleyişlerine müdahale edemez, tüzel kişilik teşkil etme ve kendi din görevlilerini yetiştirme hakkından menedemez, kamuya açık alanda ve kamu görevinde dini inancın gereklerini yerine getirme hakkına saygı duyar.

 

NASIL?

  • Anayasa’nın 24. maddesini İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 18. maddesi, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 18. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesi doğrultusunda yeniden düzenleyeceğiz ve din ve vicdan özgürlüğünü güçlendireceğiz. 

 

  • Herkesin bireysel veya topluca, özel veya kamuya açık olarak inancını yaşama hakkını temin edeceğiz. 

 

  • Özgürlükçü laiklik ilkesinin bir gereği olarak, Anayasanın 24. maddesine din ve vicdan hürriyetinin inanma, inanmama ve inancını değiştirme ile tek başına veya topluca, kamuya açık veya kapalı ibadet, öğretim, uygulama, dini ayin ve tören yapmayı da içerdiğine ilişkin bir ifadeye yer vereceğiz. 

 

  • Laiklik ilkesinin ideolojik ve otoriter bir şekilde uygulanarak din özgürlüğü alanına sınırsızca müdahale edilmesinin önüne geçmek amacıyla Anayasanın 24. maddesindeki kısıtlamaları AİHS ve Venedik Komisyonunun görüşü doğrultusunda “Din, vicdan, inanç ve ibadet özgürlüğü, devletin temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma amacıyla kullanılamaz.” şeklinde düzenleyeceğiz.

 

  • Dini ayin ve törenlerin “Anayasanın 14. madde hükümlerine aykırı olmamak” şartıyla sınırlandırılmasını kaldırarak, AİHS’ye uygun şekilde ancak kamu düzeni ile başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması amaçlarıyla sınırlandırılabilmesini güvence altına alacağız. 

 

  • Kamu ve özel sektör çalışanları ile öğrencilere, kendi dini bayramlarında izinli sayılma imkânı tanıyacağız.

 

  • Kişilerin cenaze törenlerini kendi din ve inançları doğrultusunda gerçekleştirebilmeleri için gerekli önlemleri sağlayacağız.

 

  • Ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü ve tutukluların olanak ve isteklerine bağlı olarak, kendi inançlarının gereğini yerine getirebilmeleri için din görevlilerine erişimlerini sağlayacağız. 

 

  • Vicdani ret hakkını da dikkate alarak zorunlu askerliğe son verecek, profesyonel orduya geçeceğiz. Profesyonel orduya geçmekle birlikte, vicdani retçilerin askerlik hizmetine aykırı davranışları dolayısıyla karşı karşıya kaldıkları ceza davalarının sona erdirilmesini ve bu kapsamda verilmiş mahkûmiyet kararlarının adli sicil kaydından silinmesini sağlayacağız. 

 

  • Nüfus kayıtlarında vatandaşlarımızın din ve inançlarının kendi tercih ettikleri şekilde ifade etmelerini sağlamak amacıyla seçenekli bir listeden seçim yapmaları sistemine son vereceğiz. Ayrıca hiçbir ayrım yapmaksızın istedikleri din ya da inancı nüfus kayıtlarında ifade etmelerine imkân tanıyacak, boş bırakma haklarını da ayrımcılığa uğramadan kullanmalarını sağlayacağız.

 

2.DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİNİ ÇOĞULCU BİR İÇERİKTE DÜZENLEYECEK, MUAFİYET HAKKI TANIYACAĞIZ

 

NEDEN?

Din kültürü ve ahlak bilgisi eğitimi adı altında uygulanan derslerin içeriğinin çoğulcu olmaması ve bu derslerde farklı din ve inançlara yönelik nesnel ve yeterli bilgiye yer verilmemesi, ilgili kişilerin din ve inanç özgürlüklerine müdahale niteliği taşımaktadır. Ülkemizde, bu konuda muafiyet hakkı yalnızca Yahudi ve Hristiyan öğrenciler bakımından kabul edilmekte, bu kapsam dışında kalanlar bu imkândan yararlandırılmamaktadır. 

 

Ayrıca Hristiyan ve Yahudi öğrenciler her ne kadar muafiyet imkanına sahip olsalar da bu dinlere mensup öğrencilerden din derslerinden muaf olabilmeleri için nüfus kayıtlarındaki din hanesini doldurmalarının beklendiği; kimlik kartlarında din bilgisinin boş bırakılması durumunda da muafiyet taleplerinin reddedildiği bilinmektedir. Dolayısıyla, Yahudi ve Hristiyan öğrenciler din derslerinden muaf olabilmek için din ve inançlarını açıklamak zorunda kalmaktadır. 

 

NASIL?

  • Din dersleri bakımından müfredatta düzenlemeler yapacak, bu dersin AİHM içtihadında da belirtildiği şekilde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi olarak verilmesini sağlayacağız. Böylece Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini bütün dinleri kapsayacak şekilde, nesnel ve çoğulcu bir içeriğe kavuşturacağız. 

 

  • İsteyen öğrencinin herhangi bir açıklama yapmak zorunda bırakılmaksızın bu dersten muafiyet hakkını tanıyacağız. Anayasanın 24. maddesinde değişiklik yaparak Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden muafiyet hakkının; kişinin kendisinin, küçüklerin ise kanunî temsilcisinin talebine bağlı olduğunu düzenleyeceğiz.

 

3.DİN VE İNANÇ TOPLULUKLARININ TÜZEL KİŞİLİK EDİNEBİLMELERİNİ SAĞLAYACAĞIZ

 

NEDEN?

Ülkemizde din ve inanç topluluklarına özgü tüzel kişilik imkânı bulunmamaktadır. Bu durum söz konusu toplulukların ihtiyaçları doğrultusunda örgütlenme, mülk edinme ve onları yönetebilme, banka hesabı açabilme, kendi adlarına yargı yoluna başvurabilme gibi konularda yaşanan pek çok sorunu da beraberinde getirmektedir. Venedik Komisyonu da konuya ilişkin 535/2009 sayılı görüşünde, inanç topluluklarına özgü tüzel kişilik imkânı tanınmamasının örgütlenme özgürlüğü (AİHS 11. madde) yanında din ve inanç özgürlüğüne (AİHS 9. madde) de müdahale niteliği taşıdığını belirtmektedir. 

 

Dini topluluklar her ne kadar bu sorunları aşabilmek için vakıf ya da dernek statüsü edinerek faaliyetlerini sürdürmeye çalışsa da bu statüler tam anlamıyla bir çözüm sağlamamakta; dolaylı bir şekilde fonksiyonlarını icra çabası devamlı yeni sorunları beraberinde getirmektedir. Örneğin dini topluluk kendi inancına özgü örgütlenememekte, keyfi müdahalelerden korunamamakta, esasında dini cemaate ait olan bir mülkiyet, üyelerin ölmesi ya da vakfı ayakta tutmak için gerekli olan koşulların ortadan kalkması ile vakfın son bulmasının sonucu olarak malvarlıklarının devlete geçmesine yol açmaktadır.

 

NASIL?

  • Din ve inanç topluluklarının örgütlenme özgürlüğü önündeki tüm engelleri kaldıracak ve ihtiyaçlarına cevap verecek biçimde örgütlenme özgürlüğünü kuşatıcı olarak temin edeceğiz. Bu bağlamda, dini toplulukların yapısına ve karakteristik özelliklerine uygun olarak haklarını keyfi müdahalelerden koruyacak bir biçimde vakıflar ve dernekler mevzuatında düzenleme yapacağız. 

 

  • Gayrimüslim cemaat vakıfları yönetim kurullarının oluşturulması ve seçimine ilişkin Vakıflar Yönetmeliği’nde cemaat vakıflarının iç işlerinde özgürlüklerini koruyan ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün keyfi müdahalelerine olanak vermeyen düzenlemeler yapacak, mali denetim dışında idari bir denetim yetkisine izin vermeyeceğiz. 

 

  • Türk Medeni Kanunu’nun 104. maddesinde ifade edilen “belirli bir cemaatin desteklenmesi amacıyla vakıf kurulamaz” düzenlemesini değiştireceğiz.

 

4.İBADETHANELERİN AÇILMASI, TANINMASI VE KULLANILMASINA İLİŞKİN SORUNLARI GİDERECEĞİZ

 

NEDEN?

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesi ve Anayasa’nın 24. maddesinde güvence altına alınan din ve vicdan özgürlüğü herkesin dinini veya inancını tek başına ya da toplu şekilde aleni veya özel olarak ibadet suretiyle açığa vurma hakkını da kapsamaktadır. 

 

Türk hukukunda ibadethane kavramını tanımlayan, bir yerin ibadethane olarak kabulü için aranan unsurları gösteren herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu durum, ibadethanelerin açılması ve tanınması konusunda keyfi uygulamaları beraberinde getirmiştir. 

 

Türk hukukunda, ibadethanelerin açılmasında mülki idare amirinin izni alınmak ve imar mevzuatına uygun olmak şartları aranmaktadır; ancak bu iznin hangi şartlarda verileceği ya da verilmeyeceği konusunda bir belirlilik olmadığından izin süreçleri keyfi bir şekilde sürdürülmektedir. Uygulamada, bu taleplerin mülki idari amirlerce reddedildiği ya da sürüncemede bırakıldığı çok sayıda örnek bulunmaktadır. 

 

Sorunun bir diğer boyutu ise, farklı din ve inanç topluluklarının ibadethanelerinin ibadethane olarak kabul edilmemesidir. Bu durum, bu sorunla karşı karşıya olan din ve inanç topluluklarının ibadethane statüsünün sağladığı elektrik faturalarının ödenmesi ya da bedelsiz su kullanımı gibi çeşitli imkanlardan yararlanamamasına ve buna ilişkin farklı uygulamalara maruz kalmalarına yol açmaktadır. 

 

Türkiye’de Alevilerin yaşamış olduğu bu sorunlara ilişkin AİHM tarafından verilen kararlarda, söz konusu uygulamaların din ve vicdan özgürlüğünü ihlal ettiği ve ayrımcılık yasağına aykırılık teşkil ettiği kabul edilmiştir. Buna rağmen bu kararların gereği halen yerine getirilmemiş, tüm ibadethaneleri kapsayacak adımlar atılmamıştır.  

 

NASIL? 

  • Özgürlükçü laiklik anlayışı gereği olarak tüm din ve inanç topluluklarının kendi tanımlarına saygı gösterecek, din ve vicdan özgürlüğü ve dini toplulukların örgütlenme özgürlüğüne ideolojik saiklerle müdahaleyi engelleyeceğiz.  

 

  • İbadet yerleri ile ilgili yasal mevzuatı, tüm din ve inanç topluluklarının ihtiyaçlarını dikkate alarak güncelleyeceğiz. Bu kapsamda, mülki idare amirlerine tanınan izin yetkisini öngörülebilir, belirli ve şeffaf hale getireceğiz.  

 

  • Din ve inanç topluluklarının ibadethanelerinin ibadet yeri olarak tanınmasının önündeki engelleri kaldıracağız. İbadet yeri statüsü edinilmesine yönelik yapısal değişiklikler gerçekleştirerek mevzuatta ibadethaneler için öngörülen imkanlardan tüm din ve inanç topluluklarının yararlanmasını sağlayacağız. Bu kapsamda, ibadet yerlerine indirimli tarife uygulanmasına olanak veren 12.04.2002 tarihli ve 2002/4100 sayılı Bakanlar Kurulu kararının 2(f) bölümünde yer alan “ibadethaneler (cami, mescit, kilise, havra ve sinagog)” ifadesine “cemevi” ifadesini de ekleyeceğiz.

 

  • Yerel yönetimlerin ibadet yeri tahsisi kararlarında din ve inanç topluluklarının ibadet yeri ihtiyaçlarını da göz önüne alacak şekilde hareket etmelerini sağlayacağız. 

 

5.DİN GÖREVLİLERİNİN EĞİTİMİ, ÖĞRETİMİ VE MALİ HAKLARINDA AYRIMCILIĞA SON VERECEĞİZ 

 

NEDEN?

AİHS’nin 9. maddesinde açıkça ifade edildiği üzere, din ve inanç özgürlüğü öğretim yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içermektedir. Ancak, ülkemizde Sünni Müslümanlara yönelik eğitim veren imam hatip liseleri ve ilahiyat fakülteleri dışında diğer dinler, mezhepler ve yorumları bakımından din görevlisi yetiştirmek üzere kurumsal bir yapılanma bulunmamaktadır. Örneğin, ülkemizde ruhban okulu bulunmaması Rum Ortodoks ve Ermeni Ortodoks Patrikhanelerinin kendi din görevlilerini yetiştirememelerine neden olmaktadır. 1971 tarihinde resmi makamlar tarafından kapatılan Heybeliada Ruhban Okulu topluluk liderleri tarafından sık sık talepte bulunulmasına rağmen hâlen açılmamıştır. Benzer şekilde, Musevi, Alevi, Caferi, Süryani din görevlileri bakımından da bu sorun sıklıkla dile getirilmektedir. Oysa din görevlisi yetiştirme, tüm dini topluluklar bakımından din ve inanç özgürlüğünün koruduğu haklardandır. 

 

Öte yandan din görevlileri görevlerini yerine getirebilmeleri için gerekli olan mali kaynak bakımından da farklı muameleye tabi tutulmaktadır. Örneğin Sünni Müslüman din görevlileri arasında yer alan imamların maaşları devlet tarafından karşılanırken, farklı inanç topluluklarının din görevlilerine yönelik mali bir destek söz konusu değildir. 2015 yılında, bu konuda Kamu Denetçiliği Kurumu’na (KDK) yapılan bir başvuruda KDK, bu uygulamanın hakkaniyete ve hukuku aykırı olduğuna karar vererek Diyanet İşleri Başkanlığı’nın din görevlilerinin maaşını karşılaması gerektiği yönünde tavsiye kararı vermiştir. Ancak bu konuda bir adım atılmamıştır. AİHM’in İzzettin Doğan ve Diğerleri kararında da bu duruma dikkat çekilmiş, Alevi toplumunun dini kamu hizmetlerinin neredeyse bütünüyle dışında bırakılmasının ayrımcılık yasağını ihlal ettiğine hükmedilmiştir.

 

NASIL?

  • Din veya inanç topluluklarının kendi din görevlilerini eğitmek üzere eğitim kurumları açmasını sağlayan adımlar atacak, bu topluluklara yükseköğretim dâhil, kendi din eğitimcilerini yetiştirebilme imkânı vereceğiz. Farklı dinlerin görevlilerinin yetiştirilmesi için, devlet üniversitelerinde ilgili fakülteler/enstitüler oluşturulmasını sağlayacağız.

 

  • Heybeliada Ruhban Okulunun açılmasını sağlayacağız. 

 

  • Din görevlilerinin maaş ve sosyal haklarına ilişkin yaşadıkları ayrımcılığa son vereceğiz.  
İfade Özgürlüğü

Demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemde olan ifade özgürlüğü, çoğulcu demokrasinin temellerinden biridir. İfade özgürlüğünün vatandaşların haber ve bilgi alması, kamuoyu oluşturulması ile yakın ilişkisi nedeniyle bu hakkın keyfi olarak sınırlandırılması aynı zamanda demokrasinin de tehdit edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Zira ifade özgürlüğünün tam anlamıyla tesis edilmediği bir ülkede demokrasinin varlığından da söz edilemez. 

 

AYM kararlarında ifade özgürlüğü; “çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere” kişilerin fikirlerine serbestçe ulaşılabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi şeklinde tanımlanmaktadır. 

 

Türkiye’de ifade özgürlüğü ve bu özgürlüğün özel görünümleri olan basın özgürlüğü ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı bakımından ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından yayımlanan raporlarda Türkiye’de bu hak ve özgürlüklerin çok büyük tehditler altında olduğu belirtilmektedir. Bu raporlarda, televizyon yayıncılığının hükümetin duruşuna göre yapıldığı, internet yayıncılığının siyasi baskı altında olduğu ve gazeteciler ile sosyal medya kullanıcılarının sıklıkla yargılanma tehdidi altında kaldıkları gibi tespitler yapılmakta, Türkiye “internetin özgür olmadığı” ülkeler arasında gösterilmektedir. 

 

1.ANAYASADA İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ GÜÇLENDİRECEĞİZ

 

NEDEN?

Demokratik toplumun vazgeçilmez unsurlarından olan ifade özgürlüğü ülkemizde en çok ihlal edilen haklardan biridir. AYM tarafından açıklanan bireysel başvuru istatistiklerinde, bireysel başvuru kararlarında adil yargılanma ve mülkiyet hakkından sonra en fazla ihlal edilen hak ifade özgürlüğüdür. AİHM’in güncel istatistiklerinde ise ifade özgürlüğü, Türkiye’ye yönelik ihlal kararlarının başında gelmektedir.  

 

Bu durumun sebeplerinden biri de nefret ve şiddete teşvik etmeyen ya da başkalarının haklarını ihlal etmeyen düşünce açıklamalarının ifade özgürlüğünün kapsamı dışında değerlendirilerek cezalandırılmasıdır. Bu anlayış, ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı bir etki doğurmakta ve demokratik kültürün gelişmesinin önünde büyük bir engel teşkil etmektedir.

 

NASIL?

  • Anayasanın 25. ve 26. maddelerini birleştirerek, madde başlığını “Düşünce, kanaat ve ifade hürriyeti” şeklinde değiştirecek, kişilerin düşünce ve kanaatlerinden dolayı ayrımcılığa maruz bırakılmamasını maddede açıkça düzenleyeceğiz.  

 

  • Anayasada yapacağımız değişiklik ile ifade özgürlüğünün sınırlama nedenlerini AİHS ve AİHM içtihatları gereğince “milli güvenlik, kamu düzeni, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, Devlet sırrı olarak kanunla düzenlenmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret ve haklarının korunması” sebepleriyle sınırlı tutacağız.

 

2.İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ İLE BAĞDAŞMAYAN SUÇ VE CEZALARI YENİDEN DÜZENLEYECEĞİZ

 

NEDEN?

İfade özgürlüğü açısından öngörülebilir olmayan, keyfiliğe imkân tanıyan ve bu hakkı ölçüsüz şekilde sınırlandıran yasal düzenlemelerin de yeniden ele alınması gerekmektedir. Başta Türk Ceza Kanunu’nda ve Terörle Mücadele Kanunu’nda ifade özgürlüğüne yönelik anayasal güvenceler ve uluslararası standartlar ile bağdaşmayan çeşitli hükümler bulunmaktadır. 

 

Türk Ceza Kanunu’nun 299. maddesinde düzenlenen “Cumhurbaşkanına hakaret suçu” AİHM içtihatlarıyla açıkça çelişmektedir. AİHM’e göre, devlet başkanları ve siyasi kişilerin bulundukları kamusal mevki ve sorumluluk gereği daha toleranslı ve eleştiriye açık olmaları gerekmektedir. Oysa devlet başkanına özel bir koruma sağlayan ve yargı organları nezdinde ayrıcalıklı bir durum ortaya çıkaran bu suç, Cumhurbaşkanı’na daha yüksek düzeyde bir koruma sağladığı, hakaret içeren ifadelerin daha ağır şekilde cezalandırılmasına neden olduğu, aşırı ve keyfi şekilde uygulandığı ve bu durumun Avrupa konsensüsüne aykırılık taşıdığı gerekçesiyle ilga edilmesi yönünde Venedik Komisyonu tarafından bir görüş ifade edilmiştir. 

 

Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinde düzenlenen hakaret suçu da ifade özgürlüğüne yönelik bir sınırlama teşkil etmektedir. Çağdaş demokrasilerde, hakaret teşkil eden eylemlerin suç olmaktan çıkarılarak tazminat gerektiren bir davranış olarak özel hukukta düzenlenmesi veya hapis cezası yerine idari para cezasının düzenlenmesi gibi yaklaşımlar öne çıkmaktadır. Avrupa Konseyi tarafından da tavsiye edilen bu yaklaşımlar, kişilik hakları ile ifade özgürlüğü arasındaki dengenin kurulmasını sağlamakta; sivil toplumun ve bireylerin bir ceza yaptırımı baskısı hissetmeksizin düşüncelerini ifade edebilme ve toplumsal gelişime katkıda bulunabilmesine imkân sağlamaktadır. Ayrıca söz konusu maddede, kamu görevlilerine hakaretin suçun nitelikli hali olarak kabul edilmesi politik eleştirilerin kapsamını daraltmakta, ifade özgürlüğü bakımından caydırıcı etkiye yol açarak bireyleri kısıtlamaktadır. Oysa kamu görevlilerinin eleştirisinde eleştiri sınırı daha geniş olmalıdır. 

 

Türk Ceza Kanunu’nda yer almakla birlikte ifade özgürlüğü ile bağdaşmayan bir diğer suç düzenlemesi de 301. maddede düzenlenen “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin Kurum ve Organlarını Aşağılama Suçu”dur. Bu suç, daha önce yapılan değişikliklere rağmen, belirsiz içeriği dolayısıyla keyfi uygulamalarda, muhalif görüşlerin susturulmasında ve kamusal tartışmaların bastırılmasında bahane olarak kullanılmaktadır. AİHM tarafından verilen ihlal kararlarında da bu maddenin olağanüstü genişlikte ve her türlü fikir hakkında uygulanabilir olduğuna dikkat çekilmiştir. 

 

Türk Ceza Kanunu’nun 215. maddesinde düzenlenen Suçu ve suçluyu övme” ile 216. maddesinde düzenlenen Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçları uygulamada eleştirel ya da hoşa gitmeyen ifadelerin cezalandırılması amacıyla keyfi bir şekilde uygulanmaktadır. Venedik Komisyonu, Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesine ilişkin değerlendirmesinde bu maddenin hükümet politikalarına yönelik sert eleştirileri cezalandırmak amacıyla kullanılmaması gerektiğine ve cezalandırmanın ancak şiddete, silahlı direnişe ve isyana teşvik durumunda haklı görülebileceğini ifade etmiştir. AYM de benzer şekilde, bu maddeye ilişkin başvurularda, cezalandırmaya konu fiiller bakımından kışkırtma, nefret söylemi veya şiddet çağrısı şeklinde bir olgunun var olup olmadığını incelemekte ve suçun oluşması bakımından kamu barışını somut olarak tehlikeye sokan bir durumun gerekli olduğunu belirtmektedir. Benzer bir durum Türk Ceza Kanunu’nun 215. maddesi için de geçerlidir. Bu maddeye ilişkin başvurularda AİHM, suçu ve suçluyu övme suçunun öngörülemez şekilde geniş yorumlanmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini hükme bağlamıştır. 

 

İfade özgürlüğüne aykırı olan ve hukuk devleti ile demokrasi ilkeleri ile bağdaşmayan bu hükümlerin kaldırılması ya da hukukun üstünlüğüne uygun şekilde yeniden ele alınması bir zorunluluktur.  

 

NASIL?

  • Türk Ceza Kanunu’nun 299. maddesinde düzenlenen Cumhurbaşkanına hakaret suçu bakımından AİHM içtihadının ve Venedik Komisyonunun tavsiye kararını da dikkate alarak bu suçu Türk Ceza Kanunu’ndan kaldıracağız. Cumhurbaşkanına yönelik hakaretlerin diğer hakaret suçları gibi değerlendirilmesini sağlayacağız. 

 

  • Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinde düzenlenen hakaret suçunu yeniden düzenleyerek hapis cezasını kaldıracağız. Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinin 3. fıkrasında olduğu gibi kamu görevlilerine karşı işlenen hakaret suçlarında kamu görevlilerine daha fazla koruma sağlayan düzenlemeleri yürürlükten kaldıracağız. Türk Ceza Kanunu’nun 127. maddesinin 1. fıkrasının 3. cümlesine göre; kendisine fiil isnat edilen kişinin, isnat eden kişi bunun doğruluğunu ispatlamak istediği halde ispata izin verilmesi, şikayetçinin ispata razı olmasına bağlıdır. Dava açan ve isnat edilen fiili yalanlayan kişinin davalının ispat talebini reddetmesi hakkını kaldıracağız.

 

  • Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinde düzenlenen “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin Kurum ve Organlarını Aşağılama” suçu, belirsiz içeriği dolayısıyla keyfi uygulamalarda, muhalif görüşlerin susturulmasında ve kamusal tartışmaların bastırılmasında bahane olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle, kamusal tartışmaların gereği gibi sürdürülebilmesi ve herkesin fikirlerini korkusuzca ifade edebilmesi için çeşitli değerleri konu alan bu suçu Venedik Komisyonu ve AİHM kararları doğrultusunda gözden geçirerek, daha açık ve belirli bir hale getirecek şekilde değiştirecek, maddede yer alan düzenlemenin şiddeti ve nefreti kışkırtan ifadelerle sınırlı olarak kullanılmasını sağlayacağız. 

 

  • Türk Ceza Kanunu’nun 215. maddesinde düzenlenen “Suçu ve suçluyu övme” ile 216. maddesinde düzenlenen “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçları uygulamada eleştirel ya da hoşa gitmeyen ifadelerin cezalandırılması amacıyla keyfi bir şekilde uygulanmaktadır. AİHM içtihatları doğrultusunda, Türk Ceza Kanunu’nun 215. ve 216. maddelerinin, eleştirel düşüncelerin baskılanmasına yol açacak şekilde uygulanmasına engel olacağız. “Açık ve mevcut tehlike” şartına bağlanan bu suçların, gerçek bir tehlikenin varlığı halinde uygulanmasını sağlayacak yasal ve yapısal tedbirleri alacağız.

 

  • 2022 yılında, kamuoyunda sansür yasası olarak bilenen değişiklikle Türk Ceza Kanunu’nun 217/A maddesine eklenen “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunu ilga edeceğiz.

 

3.TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI SUÇUNU HAK İHLALLERİNİ ÖNLEYECEK ŞEKİLDE YENİDEN DÜZENLEYECEĞİZ

 

NEDEN?

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 6. ve 7. maddelerinde düzenlenen terör örgütü propagandası yapma suçu, ifade özgürlüğü ihlaline en çok yol açan düzenlemelerin başında gelmektedir. Başta gazeteciler olmak üzere hak savunucuları ve aktivistler; yaptıkları açıklamalar, katıldıkları gösteriler ve yazdıkları yazılar nedeniyle terör örgütü propagandası yapmakla suçlanmakta ve çok ciddi mağduriyetler yaşamaktadır. Mevzuatta terör kavramına ilişkin açıklığın olmaması, bu kavramın uluslararası standartlara aykırı şekilde geniş yorumlanması ve şiddetle sınırlı olarak ele alınmaması ifade özgürlüğünü kullanan bireyleri ağır yaptırımlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Oysa AİHM içtihadında şiddete teşvik ve tahrik unsuru içermeyen ve hitap ettiği kitle açısından açık ve mevcut bir tehlike doğurmayan düşünce açıklamaları “ideolojik ve katı olarak nitelendirilseler bile” ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmektedir. 

 

Benzer şekilde, Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinin 6. ve 7. fıkralarının geniş yorumlanarak 314. maddeye bağlı olarak kullanılması, özellikle ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme özgürlüğünün kullanılması nedeniyle açılan davalarda bu hükme dayanılarak mahkûmiyet tesis edilmesi AİHM nezdinde hak ihlallerine neden olmaktadır. AİHM kararlarında, Venedik Komisyonu ile Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği raporlarında birçok defa Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinin 6. ve 7. fıkralarının “öngörülebilir olmadığının” ve kanunilik ilkesine aykırı olduğunun altı çizilmektedir. 

 

NASIL? 

  • Terörle Mücadele Kanunu’nun 6. ve 7. maddelerinde düzenlenen terör propagandası suçları ile Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinin 6. ve 7. fıkralarında düzenlenen örgüte üye olmamak ve örgüt hiyerarşisine dâhil olmamakla birlikte örgüt adına işlenen suçlarla ilgili Venedik Komisyonu değerlendirmelerine ve AİHM içtihatlarına uygun olarak yeniden düzenleme yapacağız. 

 

  • Şiddete teşvik ve tahrik unsuru içermeyen ya da hitap ettiği kitle açısından açık ve mevcut bir tehlike doğurmayan düşünce açıklamaları nedeniyle bireylerin cezalandırılmasına yol açan tüm uygulamalara son vereceğiz.

 

  • Terör propagandası suçunda belirlilik ilkesinin gereğinin yerine getirilmesini sağlayacağız. İlgili mevzuatı gözden geçirerek, AİHM ve AYM içtihatları doğrultusunda gerekli değişiklikleri yapacağız. 

 

  • Uygulamadan kaynaklanan sorunları engellemek amacıyla  fiilin bir provokasyona neden olacak nitelikte ve ağırlıkta olup olmadığı, yazıların veya ifade edilen düşüncelerin şiddete teşvik edip etmediği,  cebir ve tehdit açısından açık ve mevcut bir tehlike oluşturup oluşturmadığı, hitap ettiği kitle bakımından nasıl bir  etki yarattığına yönelik  değerlendirmenin doğru yapılması amacı ile  soruşturma kılavuzları oluşturulacak, mahkeme hakimlerinin gerekçelerini AİHM ve AYM standartları doğrultusunda yazmaları amacı ile meslek içi eğitimler düzenleyeceğiz.

 

  • Türk Ceza Kanunu’nun öngörülebilirlikten uzak olan ve kamu makamlarının keyfî müdahalesine sebebiyet veren 220. maddesinin 6. ve 7. fıkralarını AYM ve AİHM kararları doğrultusunda düzenleyeceğiz. 

 

4.ERİŞİMİ ENGELLEME UYGULAMALARININ KAPSAMINI DARALTACAĞIZ

 

NEDEN?

Web siteleri hakkında keyfi gerekçelerle erişim engellemelerinin getirilmesi ve bu erişim engellemelerinin de çok kapsamlı bir şekilde uygulanması ifade özgürlüğünü ve özelde internet özgürlüğünü ihlal etmektedir.

 

NASIL?

  • 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’u hak ve özgürlük temelli yaklaşım ile tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmeler ve anayasal haklar çerçevesinde değiştirerek, erişimin engellenmesi kararlarına karşı hızlı ve etkili başvuru imkânı sağlayacağız. 

 

  • 5651 sayılı Kanun’da yer alan ifade özgürlüğü ve demokratik toplum gerekleri ile bağdaşmayan tüm düzenlemeleri kaldıracak; erişim engelleme kararlarının belirlilik ve öngörülebilirliğe uygun hükümlerle ve ancak kişilik haklarının ihlal edilmesi, nefret söylemi, teröre destek ya da şiddete çağrı niteliği taşıyan hallerde uygulanmasını sağlayacak tedbirler alacağız. 

 

  • AİHM içtihatları doğrultusunda yapacağımız değişiklerle tamamen suç işleme amacına yönelik faaliyet gösterdiği haller dışında belirli sayfaları nedeniyle web sitesinin tamamının erişime engellenmesi uygulamasına son vereceğiz. 

 

5.KÜÇÜKLERİ MUZIR NEŞRİYATTAN KORUMA KURULU’NUN YAPISINI DEĞİŞTİRECEĞİZ

 

NEDEN?

Sübjektif değer yargıları ile çeşitli içeriklerin muzır olarak kabul edilmesi sansürcü uygulamaların önünü açmaktadır. Karar alma yetkisi olan kurulların yapısında reform yapmak ve yeni değerlendirme kriterleri getirmek ifade özgürlüğünü genişletecektir.

 

NASIL?

  • Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı bir kurul olan Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nu özerk hâle getirmek için bakanlığa bağlı değil, ilişkili bir kurul hâline getireceğiz. Üye kompozisyonunu, ilgili farklı uzmanlıklardaki kişilerden oluşturacağız.

 

  • 1117 sayılı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu ile 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda muzır neşriyata ilişkin tanımlamaları ve hükümleri belirli hale getirecek, muzır neşriyatı açık bir biçimde tanımlayacağız. Yazar, çevirmen, editör ve yayıncıların sübjektif değerlendirmelerle ‘müstehcen yayınların yayılmasına aracılık etmek’ suçundan yargılanmalarının önüne geçeceğiz.
Basın Özgürlüğü

Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğünün özel güvencelere bağlanmış farklı bir görünümünü ifade etmektedir. Önemi dolayısıyla ifade özgürlüğünden ayrı bir şekilde Anayasanın 28. ila 32. maddeleri arasında güvence altına alınan basın özgürlüğü kamuoyunun bilgilendirilmesinin ve kamuoyunda herhangi bir konuda kanaat oluşturulmasının en etkili araçlarındandır. Bu yönüyle, basın özgürlüğü de demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olup bireylerin gelişmesi ve toplumun ilerlemesinde önemli etkiye sahiptir. 

 

Özgür ve bağımsız basın, demokrasilerde hayati bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla basın özgürlüğüne yönelen her tehdit demokratik topluma da ağır bir darbe vurmaktadır. 

 

Özgür basın, kamu siyasetine ilişkin konularda kamuoyunun bilgilenmesine ve tartışmalara katılmasına zemin hazırlayarak, siyasi karar alma süreçlerini katılımcı ve çoğulcu bir niteliğe kavuşturur. Ne yazık ki, medya kuruluşlarının büyük çoğunluğunun günümüzde iktidarın güdümü altına girmesi nedeniyle toplumun iktidarı denetleme imkânı ciddi manada zayıflamıştır. 

 

1.ANAYASADA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ GÜÇLENDİRECEĞİZ

 

NEDEN?

Anayasanın 28. ila 32. maddeleri arasında düzenlenen basın ve yayımla ilgili hükümler, ayrıntılı ve karmaşık bir şekilde düzenlenerek özgürlüğün istisna sınırlamaları ise esas haline getirecek şekilde kaleme alınmıştır. Bunun yanında, bu maddelerin uygulanması noktasında da çok ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Gerek ulusal gerekse de uluslararası insan hakları örgütleri birçok raporunda bu konuya dikkat çekmiş olsa da basın özgürlüğü ve gazetecilere yönelik baskıların giderilmesi hususu çeşitli argümanlarla geçiştirilmekte ve görmezden gelinmektedir. 

 

NASIL?

  • Anayasanın 28. ila 32. maddeleri arasında düzenlenen basın ve yayımla ilgili hükümleri özgürlüğün esas, sınırlamanın ise istisna olduğu anlayışıyla kısa ve öngörülebilir bir şekilde yeniden düzenleyeceğiz. 

 

  • Basın ve yayımla ilgili hükümlerin yeknesak şekilde sadece milli güvenlik, kamu düzeni, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, Devlet sırrı olarak kanunla düzenlenmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret ve haklarının korunması sebepleriyle sınırlanabilmesine ilişkin değişiklik yapacağız. 

 

  • Basın Kanunu’nda ve ilgili mevzuatta son yıllarda yapılan tüm değişiklikleri gözden geçirerek, basın özgürlüğünü ihlal eden tüm düzenlemeleri ilga edecek; Anayasa değişikliğine uyum değişikliklerini hayata geçireceğiz.

 

2.BASIN MENSUPLARININ ÖZLÜK HAKLARINI İYİLEŞTİRECEK, MESLEKİ FAALİYETLERİNDEN CEZALANDIRILMALARINA SON VERECEĞİZ

 

NEDEN?

Türkiyede basın özgürlüğü ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Öncelikle, gazetecilerin mesleklerini yaparken içinde bulundukları güçlükler bu sektör çalışanlarını yıpratmaktadır. Gazetecilerin ciddi bir işsizlik sorunu ile karşı karşıya olmaları, iş bulabilenlerin ekonomik ve sosyal haklar yönünden yeterli güvencelere sahip olmamaları, mesleki faaliyetleri dolayısıyla fiziksel saldırı ve ceza tehditlerine maruz kalmaları, siyasal iktidarın medya sahipleri üzerinden uyguladığı baskı, mobbing, sindirme ve işten attırma gibi durumlar bu mesleğin icrasını oldukça zorlaştırmaktadır. Ayrıca, uzun süren ceza yargılamaları, gazetecileri baskı altında tutmak ve yıldırmak için bir enstrüman olarak kullanılmaktadır. Kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla yaptıkları haberler dolayısıyla gazeteciler hakkında terör suçlarından soruşturma açılabilmektedir. Öte yandan gazeteciler çalışma şartları bakımından da güvencesiz bir durumla karşı karşıyadır. Bu da çeşitli güvencelerden mahrum bırakılmalarına yol açmaktadır. Gazetecilerin özlük haklarından yeterince yararlanamamaları ise çok daha kapsamlı bir sorundur. Gazetecilik mesleğinin güvencesiz bırakılması gazetecilerin bilgi ve haber yayma özgürlüğü yanında bireylerin bu bilgi ve haberlere erişebilme özgürlüklerini ihlal etmekte, demokratik değerleri aşındırmaktadır.

 

NASIL?

  • Gazetecilik sektöründe sendikalaşmayı ve sendika üyeliğini kolaylaştırarak gazetecilerin ekonomik ve sosyal haklarını etkili şekilde kullanabilmelerinin önünü açacağız. Sendika üyesi olunması nedeniyle haksız yere işten çıkarma uygulamasını engellemek üzere medya sektöründe iş güvencesi ve işten çıkarma hâlindeki tazminat haklarını genişleteceğiz. 

 

  • Gazetecilere karşı görevleri nedeniyle işlenen suçlardan gazetecilerin korunmalarını sağlamak amacıyla caydırıcı ve etkili cezalar öngöreceğiz. 

 

  • Basın kartının siyasi iktidarın tercihlerine göre verilmesine, dolayısıyla basın kartının sansür mekanizması olarak kullanılması uygulamasına son vereceğiz. Basın kartlarının verilmesinde ve mesleğe kabulde meslek kuruluşlarının belirleyici olmasını sağlayacağız. 

 

  • Keyfi akreditasyon kararlarını sonlandıracağız. Gazetecilerin akreditasyonunu nesnel kriterlere bağlayacağız.

 

  • Gazetecilere karşı ceza soruşturmasına gerekçe yapılan Türk Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, MİT Kanunu gibi mevzuatı, AYM ve AİHM  içtihatları çerçevesinde yeniden düzenleyeceğiz. Ortak hüküm niteliğinde olan Türk Ceza Kanunu’nun 218. maddesi gerekçe gösterilerek artırılarak verilen cezalarda maddenin devamında yer alan “haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” hükmünün uygulanmasına ilişkin uygulamadaki sorunları gidereceğiz. Bu kapsamda, terör kavramını şiddetle bağlantılı olacak şekilde net bir çerçevede ele alacak yasakların kapsamını belirlilik ilkesine uygun hale getireceğiz. Böylece, gazetecilerin ceza tehdidi altında kalmadan özgürce haber yapabilmelerini ve kamuoyunu aydınlatabilmelerini güvence altına alacağız. 

 

3.BASINI DÜZENLEYEN KURULLARIN BAĞIMSIZLIĞINI SAĞLAYACAĞIZ 

 

NEDEN?

Türkiyede basını düzenleyen ve denetleyen kurumların yapıları da basın özgürlüğünü önemli ölçüde daraltmaktadır. RTÜK’ün ve Basın İlan Kurumunun bağımsız yapıda olmamaları yaptırım yetkilerinin muhalif görüşleri bastırma aracı olarak kullanılmasına yol açmıştır. RTÜK, RTÜK Kanununun 8. maddesinde yer alan devletin bölünmez bütünlüğü, genel ahlak gibi belirsiz gerekçelerle kamuoyunu ilgilendiren önemli konularda kolaylıkla yayın yasağı kararı verilebilmekte, yayın organlarına ağır yaptırımlar uygulanabilmektedir. Öte yandan, resmi ilanların gazetelere eşit ve adil olarak dağıtılması için kurulan ve özerk olması gereken Basın İlan Kurumu (BİK) ise muhalif gazetelerin susturulmasının aracı haline gelmiştir. Bu Kurumun basın organlarına ilan verilmesine yönelik yaptırım yetkisine sahip olması ilan ve reklam gelirlerine bağımlı olan basın kuruluşları üzerinde gittikçe artan ekonomik bir baskıya yol açmıştır. Netice olarak, bu kurumlar kamu yararına değil iktidar siyaseti adına medyayı denetleyen bir mekanizmaya dönüşmüşler ve uyguladıkları yaptırımlarla medya organlarını çalışamaz duruma getirmişlerdir.

 

NASIL?

  • Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nu (RTÜK) ve Basın İlan Kurumu’nu (BİK) siyasi iktidarın ve diğer çıkar çevrelerinin etkisinden koruyacak, bu kurumların bağımsız ve tarafsız olmalarını sağlayacak yasal ve yapısal değişiklikler yapacağız. 

 

  • RTÜK’ün idari ve mali bağımsızlığını güvence altına alacağız. Kurulun üye yapısında çoğulculuğu sağlamak üzere, üyelerin alanında uzman kişiler ve meslek kuruluşları temsilcileri arasından TBMM tarafından nitelikli çoğunlukla seçilmesi usulünü getireceğiz.

 

  • Basın İlan Kurumu’nun resmi ilân ve reklamları tüm basın kuruluşlarına adil ve şeffaf olarak, yerel medyayı da kapsayacak biçimde dağıtmasını sağlayacağız. 

 

  • TRT ve Anadolu Ajansı’nı bağımsızlık ve tarafsızlık esaslarına göre yeniden yapılandıracak, bu kurumların toplumun genelini temsil etmelerini ve görevlerini siyasi müdahalelere kapalı şekilde gereğince ifa etmelerini sağlayacağız. 

 

4.BASINDA TEKELLEŞMEYİ VE HAKSIZ REKABETİ ÖNLEYECEĞİZ 

 

NEDEN?

Medya sektöründe birkaç hâkim medya şirketinin öne çıkması, bu sektörde rekabeti imkânsız hale getirmiş ve medyada çoğulculuğu ve çeşitliliği olumsuz etkilemiştir. Reklam gelirlerinin neredeyse tamamı belli başlı şirketler arasında paylaşılmaktadır. Büyük medya sahiplerinin yatırımlarının bulunduğu farklı sektörlerde kamu ihalelerine girmeleri medya sektöründe yoğunlaşmaya ve kartelleşmeye yol açmıştır. Devletle medya sahipleri arasında bir çeşit iş birliğine dönüşen bu ilişki, sektörde rekabet edebilecek farklı şirketlerin de olmamasıyla birlikte basında çoğulculuğu ve çeşitliliği zayıflatmıştır. Bütün bu sorunlar basın özgürlüğü için gereken güvenceli ortamın oluşmasını engellemektedir. Oysa basın özgürlüğü bu mesleği icra edenlerin hakları kadar bireylerin haklarını, toplumsal gelişimi ve demokratik ilerleyişi ilgilendirmektedir. 

 

NASIL?

  • Basın ve haber alma hürriyetlerinin kullanılmasını, kamuoyunun serbestçe oluşmasını ve medyada çoğulculuğu sağlayacak tedbirler alacağız.

 

  • Bağımsız ve tarafsız bir yayın politikasının güçlendirilmesi için medyada tekelleşme ve kartelleşmeye karşı her türlü yasal ve yapısal tedbiri alacağız.

 

  • Medya sahipliği ve finansmanını şeffaf hale getireceğiz. 

 

  • Medyaya ilişkin olarak ayrı bir rekabet yasası hazırlayıp, Rekabet Kurumu’nun medya kuruluşlarını adil, tarafsız ve etkili şekilde denetleyebilmesini sağlayacağız. 

 

  • Medyada çoğulculuğu sağlamak amacıyla dar bütçeli medya kuruluşlarını destekleyecek ve yerel medyayı güçlendireceğiz. 
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, AİHS’in 11. maddesinde ve Anayasanın 34. maddesinde düzenlenmiştir. İfade özgürlüğünün kolektif olarak kullanılan özel bir türü olan bu hak ile bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunma ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilmeleri güvence altına alınmıştır. Farklı düşüncelerin ortaya çıkması, tartışılması ve yayılması işlevi gören bu hak demokratik toplumun en temel değerleri arasındadır.

 

Ülkemizde bu haklara ilişkin olarak ortaya çıkan olumsuz tablonun yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanamaması başta olmak üzere pek çok nedeni bulunmaktadır. Bununla birlikte, çeşitli yasal ve yapısal sorunlar da bu hakların kullanılmasında engel teşkil etmektedir. Gitgide uzaklaştığımız demokratik düzenin korunabilmesi için bu sorunların ortadan kaldırılması, ifade ve basın özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının uluslararası standartlarda güvence altına alınması bir zorunluluktur.

 

Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Anayasa’nın öngördüğü bildirim sistemini, fiili olarak izin sistemine dönüştürmesi bakımından sorunludur. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin mülki idari amirlere en geç kırk sekiz saat önceden bildirilmesi şartı ani gelişen ihtiyaçlar karşısında engel teşkil etmekte, ayrımcı uygulamalara yol açmaktadır. Kanun’da toplantı ve gösteri yürüyüşlerine ilişkin olarak yer verilen zamansal ve mekânsal yasakların kapsamı bu hakkın kullanımını önemli ölçüde daraltmaktadır. Buna göre parklar, mabetler, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı ve gösteri yapılması kategorik olarak yasaktır. Oysa bu mekanlar toplantı ve gösteri yürüyüşünün amacına göre hakkın kullanımında etkili hale gelebilmektedir. Bu sınırlardan bir kısmı AYM kararları doğrultusunda yürürlükten kaldırılmış olsa da mevcut sınırlamaların toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin denetim ve katılım amaçları ile bağdaşmadığı bir gerçektir. 

 

1.ANAYASADA TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞÜ DÜZENLEME HAKKINI GÜÇLENDİRECEĞİZ

 

NEDEN?

Anayasa’da silahsız ve saldırısız olmak kaydıyla izin almadan kullanılabilmesi öngörülen bu hak, Anayasa’ya aykırı, ölçüsüz bir şekilde kanuni düzenlemeler ve uygulamada ortaya çıkan fiili engeller dolayısıyla kullanılamaz hale getirilmiştir. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nda bu hakkın sınırlanabileceği hallere ilişkin yasaklama kararı verilmesi konusunda vali ve kaymakamlıklar yetkilendirilmiştir. Anayasada belirtilen sebeplerin mevcut olup olmadığına karar verme yetkisinin vali ve kaymakamlara verilmesi; milli güvenlik, genel ahlak gibi muğlak gerekçelerle çok sayıda toplantı ve gösteri yürüyüşünün kanuna aykırı olarak değerlendirilerek engellenmesine yol açmıştır.

 

NASIL?

  • Bu hakkın Anayasada düzenlenenin aksine fiili engellerle kullanılamaz hale getirilmesini engellemek amacıyla Anayasanın 34. maddesinden “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.” fıkrasını çıkartacağız.

 

2.TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞLERİ KANUNU’NDA DEĞİŞİKLİKLER YAPACAĞIZ

 

NEDEN?

Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yeniden hak olarak algılanabilmesi için her şeyden önce uygulamaya yön verecek şekilde yasal değişiklikler yapılması gerekmektedir. Özgürlükçü bir bakış açısıyla yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

 

NASIL?

  • Mülki idare amirlerinin toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin düzenlenmesine ilişkin yasaklama yetkilerini kısıtlayacak ve kötüye kullanılmalarına engel olacağız. Bu kapsamda, bu yetkileri sınırlandıracak, söz konusu yetkilere dayanak hükümleri belirli, açık ve sınırlı şekilde yeniden düzenleyeceğiz. Böylece bildirim sistemi kapsamındaki düzenlemelerin “izin” anlamına gelecek şekilde geniş yorumlanmasını engellemeye yönelik ilgili mevzuatta değişiklik yapacağız.

 

  • Mevzuatta toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı bakımından izin öngören tüm hükümleri kaldıracak, toplantı ve gösteri yürüyüşleri bakımından Anayasa’ya uygun olarak bildirim sistemini esas kılacağız.  

 

  • Toplantı ve gösterilerin güvenli bir şekilde gerçekleştirilmesini temin etmek amacıyla öngörülen bildirim yükümlülüğünün barışçıl toplantılara müdahale aracı olarak kullanılmasına son vereceğiz. 

 

  • Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 22. ve 23. maddelerinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşlerine ilişkin zamansal ve mekânsal yasakların kapsamını belirlilik ilkesine uygun hale getireceğiz, zamansal ve mekânsal mutlak yasaklara son verecek, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamana ilişkin sınırlamaların AİHM kararlarına uygun şekilde hak temelli olarak somut olaya göre belirlenmesini sağlayacağız. 

 

  • İdari makamların, toplantı ve gösteri yürüyüşünün yapılacağı yeri, güzergâhı ve zamanını belirleme yetkilerini, hakkın demokratik işlevini ve etkisini dikkate alacak şekilde kullanmaları noktasında gereken tedbirleri alacağız.

 

3.TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞLERİNİN KRİMİNALİZE EDİLMESİNE ENGEL OLACAĞIZ

 

NEDEN?

Türkiye’de son yıllarda toplantı ve gösteri yürüyüşlerine yönelik giderek artan bir tahammülsüzlük ve baskı söz konusudur. Özellikle polis baskısı ve şiddeti ile birlikte ortaya çıkan bu hal, diğer insan haklarının kullanımını önemli ölçüde etkileyen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal etmektedir. Anayasal haklarını kullanmak isteyen bireyler düşmanlaştırılmakta ve orantısız güç, haksız gözaltı ve ceza yargılamaları ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Ayrıca Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nda düzenlenen suç ve cezalar da bu hakka yönelik ölçüsüz müdahaleye zemin teşkil etmektedir. Buna göre, kişiler Anayasa’ya zaten aykırı olan yasaklara uygun davranmadıkları için hapis cezasına maruz kalabilmektedir. Kanuna göre, toplantının barışçıl niteliğini etkilemeyen usuli yükümlülüklere aykırılık halinde dahi düzenleme kurulu üyeleri hakkında hapis cezasına hükmedilebilmektedir. Öte yandan eylem yapan öğrenciler hakkında disiplin soruşturmaları açılabilmekte, burs ve kredileri kesilebilmektedir. Demokratik toplumsal düzenin gerçekleştirilmesi bakımından özel öneme sahip toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bu müdahaleler hakkın kullanımı noktasında caydırıcı etki doğurabilmekte; ayrımcılık yasağı, işkence ve kötü muamele yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, adil yargılanma hakkı gibi çok çeşitli hak ve özgürlüklerin ihlal edilmesine yol açmaktadır. 

 

NASIL?

  • Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmesine yol açan yasal ve fiili yaptırımları ortadan kaldıracağız. 

 

  • Türk Ceza Kanunu’nda zaten mevcut olan suçların, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nda ayrıca düzenlenmesi uygulamasına son vereceğiz. Ayrıca kamu düzenine aykırı olmayan ya da toplantının barışçıl niteliğine zarar vermeyen halleri suç olmaktan çıkaracak, bu nitelikteki bazı halleri örnekleme yoluyla Kabahatler Kanunu’nda düzenleyeceğiz. 

 

  • Anayasal hakları kriminalize eden, ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı uygulamalara son vereceğiz. Haksız müdahaleye maruz kalan kişilerin yargısal ve idari kurumlara başvurularını kolaylaştıracak ve etkili hale getirecek tedbirlerle mağduriyetlerin hızlı bir şekilde sonlandırılmasını sağlayacağız. 

 

4.TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞLERİNDE ÖLÇÜSÜZ KOLLUK MÜDAHALESİNE SON VERECEĞİZ

 

NEDEN?

Ülkemizde hemen her gösteri ve yürüyüşe şiddetli biçimde müdahale edilmekte, kolluğun elindeki tüm araçlar orantısız biçimde kullanılmaktadır. Özellikle siyasal iktidarın baskısı sonucu son dönemlerde barışçıl eylemlerde dahi kolluk güçleri orantısız bir güç uygulamakta hatta işkenceye varan eylemlere neden olabilmektedir. Kolluk güçlerinin, evrensel hukukta ve ülke yasalarında tanımlanan zor kullanma yetkisinin çok ötesine geçen kural dışı, denetlenmeyen, cezalandırılmayan, siyasal iktidar tarafından görmezden gelinen, hatta teşvik edilen, şiddetin sıradanlaşarak gündelik yaşamın bir parçası haline gelen şiddete varan eylemlerine son vereceğiz.

 

Bir Anayasal hak olan toplantı ve gösteri yürüyüşü, kolluk güçlerinin uyguladığı orantısız güç kullanımı ve haksız gözaltılar nedeniyle kriminalize edilmekte, vatandaşlar tarafından da bir kabahatmiş gibi algılanmaya başlanmaktadır. Ayrıca bu ölçüsüz müdahalelerin kötü muamele yasağını ihlal edecek kadar ağırlaştığı da görülmektedir.

 

NASIL?

  • Kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini kolektif şekilde açıklama imkânı veren bu hakkın çoğulcu demokrasilerin zorunlu bir unsuru olduğu inancıyla çeşitli eğitimlerle kolluk görevlilerini eylemcilerin hakları konusunda bilinçlendireceğiz.

 

  • 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’na yapılacak olan eklemeler ile polisin barışçıl gösteri ve yürüyüşlerdeki görevini açıkça düzenleyecek, polisin barışçıl eylem ve gösteri yapan kişilerin güvenliğini sağlamasının birincil görevi olduğunu vurgulayacağız. 

 

  • Barışçıl gösterileri haksız şekilde engelleyen, dağıtan ya da eylemcilere ölçüsüz müdahalelerde bulunan kolluk görevlilerine yönelik cezasızlık politikasına son vereceğiz. Bu konuda ceza soruşturmalarının ve yaptırımlarının etkili olmasını sağlayacağız.
Örgütlenme Özgürlüğü

İnsana değer vermeyen, insanın iradesini ve isteğini dikkate almayan her siyasal iktidar toplumdan korkar ve kopar. Bu kopuş karşısında baskı ve zor kullanarak toplumu kontrol altında tutmaya çalışır. Fakat bu kontrolün sonsuza dek sürdürülmesi mümkün değildir. Çünkü toplumun örgütlü kesimini oluşturan sosyolojik yapı yani sivil toplum, siyasal sistemlerin biçimlenmesinde hayati bir rol oynamaktadır. Sivil toplumun siyasal sistemin biçimlenmesindeki rolü, ülkedeki yönetim biçiminin demokratik olup olmadığının önemli göstergelerinden birisidir. Öyle ki sivil toplum örgütleri; özellikle toplum bilincinin yaygınlaştırılması, sosyal yaşama katılımın arttırılması ve kamu yetkililerinin şeffaflığının ve hesap verebilirliğinin sağlanması gibi yollarla demokrasi ve insan haklarının geliştirilmesine ve gerçekleştirilmesine önemli katkılar sunmaktadır. Sivil toplum, katılımcılık açısından önemli bir araç ve demokratik toplumun asli unsurudur.

Bireylerin, kendilerini toplumun bir parçası olarak görmeleri ve devletle aralarındaki bağın salt hukuki bir zemin üzerine kurulu vatandaşlık bağından öte, akılla ve inançla içselleştirilmiş bir aidiyet bağına dönüşmesinin ancak kamu otoritesinin yetkilerini ve sorumluluklarını belirleme ve etkileme hakkına dayanan demokratik katılım ile mümkün olabileceğine inanıyoruz. Bu inanç doğrultusunda hedefimiz; bireylerin, devlet yönetimine ve karar alma süreçlerine olabildiğince fazla ve etkili bir biçimde katılabilecekleri bir demokrasi seviyesine ulaşmaktır. Bu hedef gerçekleştirilebildiği ölçüde halkın siyasal süreçlere yabancılaşması da önlenecektir. 

Oysa ülkemizde, sivil toplum örgütleri özellikle son dönemlerde siyasetin arka bahçesi olarak görülmektedir. Partiler sivil toplum örgütlerini yutmaya ya da kendi siyasi amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışmaktadırlar. Bu doğrultuda siyasal iktidara yakın sivil toplum örgütlerinin önü iktidar sahipleri tarafından gerek ekonomik gerekse idari yönden orantısız bir şekilde açılmaktadır.  

1.SİVİL TOPLUMUN GÜÇLENDİRİLMESİNİ SAĞLAYACAĞIZ 

NEDEN?

Devlet-toplum dengesinde devlet lehine bozulan güç dengesi bireyi ve dolayısıyla sivil toplumu zayıflatan bir etkiye neden olmaktadır. Özellikle 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsünün ardından karşı karşıya kalınan iki yıllık OHAL süreci sonrasında, siyasal iktidara muhalif olan sivil toplum örgütleri ağır baskılara maruz bırakılmıştır. Sivil toplum faaliyetleri aşırı bir şekilde kısıtlanmış, yersiz soruşturmalar ile dernek ve vakıflar yıpratılmıştır. Özellikle insan hakları savunuculuğu temelli örgütlenmeler büyük baskı altında tutulmuştur. Sivil toplum örgütleri için öngörülen denetim araçları ve sivil toplum örgütleri ile ilgili bürokratik süreçler, bu örgütlerin kurulmalarını ve faaliyetlerini sürdürebilmelerini oldukça zorlaştırmaktadır. Bu durum, sivil toplum örgütlerinin, örgütlenmeye ve faaliyetlerine harcayacakları zamanı bürokrasiye harcamalarına ya da faaliyetlerini sürdürebilmek amacıyla kayıt dışı bağışlara yönelmelerine sebep olmaktadır.  

Hedefimiz, örgütlenme özgürlüğünün önündeki bütün engelleri kaldırarak, sivil toplumun demokratik toplumun gerekliliklerine uygun koşullarda güçlenmesini ve etkililiğini arttırmasını sağlayacak ortamı oluşturmaktır. 

NASIL?

  • Hak temelli örgütlenmelerin, demokratik toplumun gereklerine uygun bir şekilde kurulabilmesi ve faaliyetlerini sürdürebilmeleri için özgürlükçü bir politikayı hayata geçireceğiz. Sivil toplum kuruluşlarına yönelik ayrımcılığa ve baskıya son verecek, bu kuruluşların özgürce çalışabileceği güvenli, çoğulcu ve elverişli bir ortam oluşturacağız.
  • Siyasi iktidara yakın sivil toplum kuruluşlarının kayırılmasına, aksi durumdaki sivil toplum kuruluşlarına ise kolluk tedbirleri ile muamele edilmesine son vereceğiz. Sivil toplum kuruluşları arasında kanun önünde eşitlik ilkesini hayata geçireceğiz. Eşitlik ilkesini sivil toplum kuruluşlarının kamu kurum ve kuruluşları ile ilişkilerinde ve sivil toplum kuruluşlarının özerk faaliyet alanlarının korunmasında uygulayacağız.
  • Medeni Kanun’un 94. maddesine göre; şube ancak genel kurul kararıyla açılabilmektedir. Bu da iki genel kurul arasında geçen sürede dernek tarafından şube açılamamasına yol açmaktadır. Bu sebeple derneğin tüzüğünde öngörülmesi şartıyla derneğin şube açmasına dair yetkinin genel kurul tarafından yönetim kuruluna devredilebilmesine imkân sağlayacağız.
  • Dernekler Kanunu’nun 13. maddesinde; dernek yönetim ve denetim kurulu üyeleri dışındaki üyelere ücret, huzur hakkı veya başka bir ad altında herhangi bir karşılık ödenemeyeceği düzenlenmektedir. Bir dernek üyesinin aynı dernekte ücretli olarak çalışması bu şekilde imkânsız hale gelmektedir. Bir kişinin bir dernekte ücretli çalışıyor olmasının üyeliğinin önünde engel teşkil etmesi örgütlenme özgürlüğünün kullanılmasının önüne geçmektedir. Ücretli çalışanların dernek üyesi olabilmesine ve dernek üyelerinin ücretli çalışabilmesine imkân sağlayacağız.  

2.SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN DENETİMİNİN KÖTÜYE KULLANILMASINA SON VERECEĞİZ 

NEDEN?

Sivil toplum, devletten ayrı olarak örgütlenme özgürlüğünün olduğu bir alandır. Kanuna uygun bir şekilde kurulmuş ve tüzel kişilik kazanmış sivil toplum örgütleri, kendi doğalarına uygun olan temel hak ve hürriyetlerden yararlanırlar. Bu hakların başında maddi ve manevi varlıklarını koruma ve geliştirme hakkı gelmektedir. Bu kapsamda sivil toplum örgütleri faaliyetlerini yürütürken özerk olmalıdırlar. Bu özerklik, siyasi ve idari baskı ve denetim uygulamaları ile örselenmemelidir. 

Özellikle 7262 sayılı Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun ile 5253 Sayılı Dernekler Kanununda yapılan değişiklikler sonrasında sivil toplum üzerinde sürekli bir baskı ve müdahale aracına dönüştürülen idari denetim yetkisi, sivil toplumun oluşumunun ve işleyişinin önündeki en önemli engellerden birisi haline gelmiştir.  

Örgütlenme hakkının özüne dokunur şekilde İçişleri Bakanlığı birimlerince gerçekleştirilen denetimler sivil toplum faaliyetlerini imkânsız hâle getirmektedir. Bu sorunu aşmak üzere sivil toplum örgütlerinin idari faaliyetleri yönünden iç denetim esas alınmalıdır. Buna karşılık kolluk tedbirleri ve yargı denetimi ancak sivil toplum örgütlerinin hukuka aykırı eylem ve işlemleri ile suç işlenmesi hallerinde söz konusu olmalıdır.

Sivil toplum yalnızca her bireyin politik, sosyal ve kültürel değerleri taşıyabildiği ve kendini ifade edebildiği özgürlükçü bir ortamda gelişebilir. Bu sebeple hedefimiz sivil toplum örgütlerinde kimisi gönüllü kimisi ücretli olarak yer alan bütün bireylerin kendilerini serbestçe ifade edebilmelerini ve faaliyetlerini serbestçe sürdürebilmelerini sağlamaktır.

NASIL?

  • Sivil toplum örgütlerinin denetimi ile ilgili yasal düzenlemeleri açıklığa kavuşturacağız. Denetimlerin sivil toplum kuruluşlarının amaçları ve yasalar çerçevesinde faaliyet göstermelerini temin etmenin ötesine geçerek, iç işlerine müdahale gerekçesi olarak kullanılmasını engelleyeceğiz. Cezai yaptırımların uygulanması gerektiği durumlarda AİHM’in içtihatlarını temel alarak hakkaniyet ilkesinin gözetilmesini sağlayacağız.
  • Kanunlar çerçevesinde tüzel kişilik kazanmış sivil toplum örgütlerinin denetimlerinde iç denetim, idari denetim ve yargı denetimini etkin hale getireceğiz. Öngörülebilir, şeffaf, kanun önünde eşitlik ilkesine uygun denetim mekanizmalarını oluşturacağız.
  • 7262 Sayılı Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun’un sivil toplum örgütleri ile ilgili maddelerini AİHM’in içtihatlarını temel alarak demokratik toplum gerekliliklerine uygun olarak yeniden düzenleyeceğiz. 
  • Hakkında soruşturma açılan dernek ve vakıf yöneticilerinin İçişleri Bakanı kararı ile görevden alınabilmesi ve dernek ve vakfa ‘kayyım’ atanmasına imkân veren kanun hükmünü kaldıracağız.
  • Dernek ve vakıfların bağış toplama haklarını kullanılamaz hâle getiren hükmü kaldıracağız. Belirsiz kriterlerle dernek ve vakıfların terör örgütü veya örgütleriyle bağlantılı gösterilmesi ve bunlara bağış yapanların da haksız olarak ‘terörizmin finansmanı’ suçunu işlediğinden soruşturulmaları ve yargılanmalarının önüne geçeceğiz. 
  • Dernekler ve vakıflar üzerinden kara para aklanması ve terörizmin finansmanına dair nakit akışının engellenmesi bir zorunluluktur. Suç işlenme amacıyla araç olarak kullanılan kuruluşlar ile yasal çerçevede faaliyette bulunan sivil toplum örgütlerinin ayrıştırılabilmesi için objektif, öngörülebilir ve somut kriterleri yasa yoluyla belirleyeceğiz. Dernek ve vakıfların iç denetiminde tüzel kişinin denetim organlarının yanı sıra bağımsız özel sektör kuruluşlarınca mâli denetim gerçekleştirilmesini sağlayacağız. İdari denetim ile yargı denetiminin de kamu yararı maksadıyla gerçekleştirilmesini sağlayacağız. 
  • Dernek ve vakıfların faaliyetleri sürecinde tâbi oldukları vergi ve harç dâhil mali yükümlülükleri hakkaniyete uygun olarak hafifleteceğiz.
  • Dernek ve vakıfların tâbi olduğu hukuki rejimde yer alan idari tedbirler ve idari para cezalarındaki geniş marjı, ölçülülük ve orantılılık ilkeleri doğrultusunda değerlendirerek amaca uygun hale getireceğiz. Böylece cezaları öngörülebilir kriterler ekseninde kabul edilebilir ölçülerde yeniden düzenleyeceğiz.  

3.SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN MÂLİ KAPASİTELERİNİN ARTIRILMASINI SAĞLAYACAĞIZ 

NEDEN?

Kâr amacı gütmeyen kuruluşlar olan sivil toplum örgütlerinin önünde neredeyse şirketlere benzer mali yükümlülükler bulunmaktadır. Bununla birlikte sivil toplum örgütlerinin yardım toplamalarının önünde de mevzuattan kaynaklanan ciddi engeller bulunmaktadır. Bu koşullar altında pek çok sivil toplum örgütü faaliyetlerini fiilen yürütemeyecek duruma düşmektedir. 

Vakıflarda vergi muafiyeti, derneklerde ise kamu yararına çalışan dernek” statülerinin kazanılmasında, yürütme organının takdir yetkisi keyfi olarak kullanılmaktadır. Bu statüler siyasi yakınlıklara göre dağıtılan birer imtiyaz halini almıştır. Kamu kurum ve kuruluşları yalnızca duymaktan memnun olacakları görüşleri paylaşacak sivil toplum örgütleriyle iş birliğini tercih etmektedirler. Bu nedenle sivil toplum kuruluşları ile kamu kurum ve kuruluşlarının iletişim ve iş birliği kısıtlı bir seviyede kalmaktadır. 

Hedefimiz, sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerini sürdürebilmeleri ve bağımsızlıklarını koruyabilmeleri için ihtiyaç duydukları finansal yeterliliklere erişebilecekleri imkânların önünü açmaktır.

NASIL?

  • Türkiyenin refah ve ilerleme potansiyelini gerçekleştirmek ve sosyal sermayemizden daha fazla yararlanmak amacıyla, devlet, özel sektör ve sivil toplum arasında iş birliğini güçlendireceğiz.
  • Sivil toplum örgütlerinin bireylerin kendilerini özgürce gerçekleştirme kanallarından biri ve aktif vatandaşlığın hayata geçirilmesi için öğrenme ve sosyalleşme mecraları olduğu bilinciyle hareket edecek ve bu anlayışı destekleyen program ve projeleri teşvik edeceğiz. 
  • Sivil toplum örgütleri için öngörülen vergi muafiyeti” ve kamu yararına çalışma statüsü” kazanılması usullerini demokratik toplum ilkelerine uygun olarak ve hukuki öngörülebilirlik, şeffaflık ve kanun önünde eşitlik ilkeleri doğrultusunda yeniden düzenleyeceğiz. Bu konuda yürütmenin geniş takdir yetkisini sınırlandıracağız. 
  • Yardım toplama konusunda yapılacak denetimlerin yerindelik denetimine dönüşmesini engelleyeceğiz.
  • Yardım toplayabilmek için dernek ve vakıflarda ayrı bir özel sorumlu kurul belirlenmesi zorunluluğunu kaldıracağız. Yardım toplama izinleri ve faaliyetleri konusundaki bürokrasiyi azaltacağız, yardım toplanabilmesini kolaylaştıracağız.
  • Yardım Toplama Kanunu’nun 25. maddesindeki; toplanan yardımın istenen/bildirilen miktara ulaşamaması veya artması durumunda toplanan tüm yardımın veya artan meblağın izin merciinin uygun bulduğu kuruluşlara devrettirilmesi yönündeki düzenlemeyi bağışçıların iradesini ve mülkiyet hakkını yok sayması nedeniyle kaldıracağız. Bunun yerine, bağış toplayanların belirleyeceği, bağışın toplama sebebiyle ilgili faaliyet gösteren tüzel kişiliği haiz dernek veya vakıflara yardımın devrini öngöreceğiz.
  • Yardım Toplama Kanunu’nda ceza veya yaptırım gerektiren fiilleri belirlilik ilkesine uygun hale getirecek ve bu fiilleri açık ve ayrıntılı olarak düzenleyeceğiz. 
  • Dernek ve vakıfların birbirleriyle dayanışma ve iş birliği imkânlarını genişletmek üzere geçici olarak oluşturulan platformların üye dernek ve vakıfların takdiri halinde belirli bir tarihte sona ermek üzere tüzel kişilik edinebilmesine imkân sağlayacağız.
  • Dernek ve vakıfların kendi aralarındaki yardım ve bağışların dernek tüzüğü ve vakıf senedi dışındaki amaç ve nedenlerle de gerçekleştirilebilmesine izin veren genel bir düzenleme yapacağız ve bunun şartlarını belirleyeceğiz. 

4.KAMU POLİTİKALARININ BELİRLENMESİ SÜRECİNDE SİVİL TOPLUMUN KATILIMINI ARTIRACAĞIZ 

NEDEN?

Çağdaş demokrasilerin gereği olan çoğulculuk ve katılımcılık, halkın, seçimler dışında da kamusal politikaların karar alma ve uygulama süreçlerine katılımını gerektirmektedir. Bu katılımın gerçekleştirilmesinde bireylerin yanı sıra; bireylerden daha etkin konumda bulunan sivil toplum örgütleri ile merkezi ve yerel yapıların iş birliği içinde olmaları da önem kazanmaktadır. Bu bağlamda sivil toplum örgütleri, özellikle yönetsel yapıların demokratik ve katılımcı unsurlar ile donatılması ve hizmetlerin etkin ve verimli olarak yerine getirilmesi için gerekli unsurlardır. Müzakereci demokrasinin ideal olarak gerçekleşebilmesi için; müzakere ortamının baskılardan uzak, tarafsız, eşit, açık ve kapsamlı olması gerekmektedir. Bu nedenle karar alma yetkisine sahip kamu otoriteleri tarafından sivil toplumun görüşlerinin etkin olarak dikkate alınmasının sağlanması için, katılım sürecinde tüm aktörlerin dürüst olarak ve içtenlikle görüş alışverişinde bulunmaları gerekmektedir. Bu doğrultuda kamu kuruluşları ile sivil toplum örgütleri arasındaki ilişkiler, katılım, güven, hesap verebilirlik, şeffaflık ve sivil toplum örgütlerinin bağımsızlığı ilkelerine dayanmalıdır. 

Ülkemizde de kamu kuruluşları ile sivil toplum örgütleri arasındaki iş birliği çerçevesinde karar alma süreçlerine katılımda kamu kuruluşları uygulayacakları politikalara dair sivil toplum örgütlerinin görüşlerine ve deneyimlerine başvurabilmektedir. Ancak, bu noktada katılım yalnızca bilgi verme ve kimi durumlarda danışma ile sınırlı kalmaktadır. Bir başka ifadeyle söz konusu politika öncelikle kamu makamları tarafından ortaya konulmaktadır. Oysa bu tür bir katılımın önünün açılması için konu yalnızca kamu makamlarının inisiyatifine bırakılmamalı ve bu tür bir iş birliğini açıkça düzenleyecek ve güvence altına alacak bir mevzuat yürürlüğe konulmalıdır. 

Hedefimiz, sivil toplum örgütlerinin, kamu politikalarının şekillendirilmesi, uygulanması ve izlenmesi alanında katılımcı ve müzakereci demokrasiye uygun olarak etkin ve verimli bir şekilde faaliyet göstermelerini sağlamaktır.

NASIL?

  • Bakanlıkların ve idarelerin sivil toplum örgütleriyle iş birliği, iletişim ve koordinasyonunu güçlendireceğiz.
  • Belediye meclisleri bünyesinde kurulacak ihtisas komisyonlarının toplantılarına, il genel meclisi toplantılarına ve kent konseyi toplantılarına sivil toplum kuruluşlarının katılımları için mekanizma oluşturacağız.
  • Sivil toplum örgütlerinin kendi aralarında ve kamu kurumları ile hızlı iletişime geçebileceği bir altyapı oluşturacağız. Bu kapsamda sivil toplum örgütlerinin ağ kurma kapasitelerinin artırılmasına destek vereceğiz.
  • Şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkemiz gereği, kamu kuruluşlarının uygulamaları ve karar alma süreçlerine ilişkin bilgilendirmede sivil toplum örgütlerine açık kapı ilkesini esas alarak bu ilkeye işlerlik kazandıracağız. 
  • Bilgi edinme hakkının kullanılmasının önünde engel oluşturan yasal düzenlemelerde gerekli değişiklikleri yaparak; kamu yönetimine eşit demokratik katılımı sağlamaya yönelik yasal ve yapısal tedbirleri alacağız. Özellikle sivil toplum kuruluşlarının bilgiye erişim haklarını kullanmaları yönünde engel oluşturacak kurum ve kişi uygulamalarına son vereceğiz.  
  • Belediye Kanunu’nda belediyelerin kamu yararına çalışan dernekler ve vergi muafiyeti tanınmış vakıflar ile gerçekleştirebileceği ortak hizmet projelerinde paydaşları genişleteceğiz. Belediyelerin kamu yararı ve vergi muafiyeti statüsü olmayan dernek ve vakıflar ile ortak hizmet projeleri yapabilmesinin önünü açacağız.
Mülkiyet Hakkı

Mülkiyet hakkı hem Anayasa hem de AİHS tarafından koruma altına alınmıştır. Anayasanın 35’inci maddesine göre; “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” AİHS’ne Ek 1 Nolu Protokol’e göre de “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.

 

Bu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere hem Anayasa hem de AİHS; mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığını, bu hakkın belirli kurallar çerçevesinde sınırlandırılabileceğini kabul etmiştir. Ancak mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmaması, bu hakkın sınırsız bir şekilde sınırlandırılabileceği anlamına da gelmemektedir. Anayasa, mülkiyet hakkının “kamu yararı” amacıyla ve ancak “kanunla” sınırlandırılabileceğini hüküm altına almıştır. AİHM ve AYM’nin mülkiyet hakkına ilişkin vermiş olduğu kararlara göre mülkiyet hakkına yönelik bir sınırlandırmanın hak ihlaline yol açmaması için “kanunilik”, “meşru amaç” ve “ölçülülük” kriterlerini birlikte sağlaması gerekmektedir. Bu kriterlerden herhangi birini sağlamayan bir sınırlandırma, mülkiyet hakkının ihlal edilmesi sonucunu doğurmaktadır.

 

Günümüzde hem AYM hem de AİHM; mülkiyet hakkının konusunun sadece taşınır ve taşınmaz mallarla sınırlı olmadığını, iktisadi bir değere sahip hemen hemen her varlığın; telif haklarının, hisse senetlerinin, patentlerin, emeklilik maaşlarının, alacak haklarının, müşteri çevresine sahip olma veya belirli bir mesleği icra etme hakkı gibi varlık ve değerlerin de mülkiyet hakkı kapsamında olduğunu kabul etmektedir. Dolayısıyla sadece taşınır ve taşınmaz mallara ilişkin değil iktisadi bir içeriği ve parasal değeri olan hemen her konuya yönelik sınırlandırmaların da mülkiyet hakkının sağlamış olduğu güvenceler çerçevesinde yapılması gerekmektedir.

 

AYM’nin bireysel başvuru bağlamında vermiş olduğu ihlal kararlarının hak ve özgürlüklere göre dağılımı incelendiğinde, mülkiyet hakkının, en çok ihlal kararı verilen ikinci hak olduğu görülmektedir. Yüksek Mahkeme’nin 2012 yılından bu yana vermiş olduğu 29.382 ihlal kararının 3.115 tanesi mülkiyet hakkına ilişkindir. Bu rakam, AYM tarafından verilen ihlal kararlarının %10,6’sına tekabül etmektedir. Bireysel başvuru kararlarına ilişkin bu istatistiki bilgiler, mülkiyet hakkı açısından AİHS’ne uyumlu bir hukuki alt yapının oluşturulması gerektiğini göstermektedir.

 

1.KAMULAŞTIRMA UYGULAMALARINDAKİ MÜLKİYET HAKKI İHLALLERİNE SON VERECEĞİZ

 

NEDEN?

Her ne kadar mülkiyet hakkının konusunun sadece taşınır ve taşınmaz mallardan ibaret olmadığı kabul edilse de taşınmaz mülkiyeti hiç şüphesiz mülkiyet hakkının en belirgin biçimlerinden biridir. Anayasanın 46’ncı maddesi ile devlet ve kamu tüzel kişilerine tanınan kamulaştırma yetkisi ise taşınmaz mülkiyetinin sınırlandırılması noktasında büyük bir öneme sahiptir. Kamulaştırma yetkisi ile devlet ve kamu tüzel kişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarının peşin olarak ödenmesi şartıyla, özel mülkiyette bulunan bir taşınmazı kendi mülkiyetlerine geçirebilmektedir. Taşınmaz üzerindeki özel mülkiyetin sona ermesi anlamına gelen kamulaştırma, mülkiyet hakkı üzerinde meydana getirmiş olduğu sınırlandırmanın önemi Dolayısıyla kanunlarda ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Bütün bu önlemlere rağmen kamulaştırma uygulamaları, mülkiyet hakkının en çok ihlal edildiği alanların başında gelmektedir. Kamulaştırma uygulamaları Dolayısıyla meydana gelen mülkiyet hakkı ihlalleri, birçok farklı şekilde ortaya çıkabilmektedir. DEVA Partisi olarak kamulaştırma uygulamalarına ilişkin kapsamlı bir çalışma yürüterek, taşınmaz mülkiyetinin en önemli sınırlandırma biçimi olan bu yetkinin hak ihlallerine yol açmayacak şekilde kullanılması için gereken tedbirleri alacağız.

 

NASIL?

  • Kamulaştırılan taşınmazın bedelinin tespiti ve tesciline ilişkin açılan davalarda, taşınmazı kamulaştırılan hak sahipleri aleyhine vekalet ücretine hükmedilemeyeceğine dair Kamulaştırma Kanunu’nun 29’uncu maddesinde değişiklik yaparak bu konuda yaşanan mağduriyetleri ortadan kaldıracağız.

 

  • İdarelerin kamulaştırma yapmaksızın özel mülkiyette bulunan taşınmazlara hukuka aykırı bir şekilde fiili el atmaları dolayısıyla açılan davaların öncelikle görülmesine ve taşınmaz sahibinin uğradığı zararların gecikmeksizin hızlı bir şekilde giderilmesine ve bu davalarda yargılama harç ve giderleri ile vekalet ücretinin ilgili idareye yükletilmesine yönelik gerekli olan yasal düzenlemeleri yapacağız. Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6. maddesini yürürlükten kaldırarak kamulaştırmasız el atmanın idareler için rutin bir uygulama dönüştürülmesini engelleyeceğiz.

 

  • Kamulaştırma Kanunu’nun “kamu yararı kararı verecek merciler”in düzenlendiği 5. maddesini değiştirerek kamu yararı kararlarının faydalanıcı tüm tarafların katılımı ile alınmasını sağlayacak, kamu yararı kararlarının sadece kamu kurumları tarafından verilmesini engelleyeceğiz.

 

  • Kamulaştırma Kanunu’nun 27. maddesinde gerekli değişiklikleri yaparak acele kamulaştırmanın çok istisnai olarak kullanılmasını güvence altına alacak, acele kamulaştırmanın genel uygulamaya dönüşmesini engelleyeceğiz.

 

2.VERGİ UYGULAMALARINDAKİ MÜLKİYET HAKKI İHLALLERİNE SON VERECEĞİZ

 

NEDEN?

Kamu hizmetlerinin finansmanının sağlanması amacıyla devletlere tanınan vergilendirme yetkisi, kişilerin mülkiyet hakkı ihlallerinin yaşandığı bir diğer önemli alandır.

 

Vergilendirme yetkisini devlet olmanın temel ilkelerinden biri olarak gören AİHM, vergiyi kamu hizmetlerinin finansmanının bir gereği olarak değerlendirmekte ve vergilendirme konusunda devletlere geniş bir takdir yetkisi alanı tanımaktadır. Nitekim AİHS’nin EK 1 Nolu Protokolü’nün mülkiyet hakkını düzenleyen 1. maddesinin 2. fıkrası; mülkiyet hakkına tanınan güvencelerin, vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda devletlerin sahip oldukları hakka halel getirmeyeceğini düzenlemektedir. Devletlerin sahip olduğu bu takdir yetkisi sadece vergilerin konulması ya da kaldırılmasını değil, vergilerin ve diğer kamu gelirlerinin tahsili için gerekli tedbirlerin alınmasını da kapsamaktadır.

 

Vergilendirme yetkisine ilişkin devletlerin geniş bir takdir yetkisine sahip olması, bu yetkinin sınırsız olduğu ve mülkiyet hakkına sınırsız bir şekilde müdahale edilebileceği anlamına da gelmemektedir.

 

Türk hukuku bakımından vergilendirme yetkisine ilişkin en önemli sınırı, Anayasanın 73’üncü maddesinde yer alan düzenleme oluşturmaktadır. “Vergi ödevi” başlıklı bu düzenlemeye göre vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler ancak kanunla konulabilmektedir. Ancak bir verginin şekli anlamda bir kanunla konulması, kanunilik kriterinin sağlanması bakımından tek başına yeterli değildir. AYM’ye göre; vergilendirme yolu ile mülkiyet hakkına yapılacak müdahalenin türü ne olursa olsun bu müdahale belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanuni temele dayanmalıdır.

 

Vergilendirme yetkisi ile mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin hak ihlaline yol açmaması için gerekli olan ikinci şart, müdahalenin kamu yararını gerçekleştirmeye yönelik olmasıdır. AİHM, kamu yararı kavramını tanımlamaktan kaçınmakta olup bu konuda taraf devletlere geniş bir takdir alanı bırakmaktadır.

 

Vergilendirme yetkisinin mülkiyet hakkının ihlal edilmesine yol açmaması için aranan son şart, bu yetki ile mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü ve orantılı, yani müdahale ile ulaşılmak istenen amaç ile söz konusu amaca ulaşmada kullanılan araç arasında bir dengenin olmasıdır. Nitekim Anayasanın 73. maddesinde de herkesin “mali gücüne” göre vergi ödemekle yükümlü olduğu düzenlenmiştir.

 

Adil yargılanma hakkı ile birlikte mülkiyet hakkı, vergi uygulamalarından kaynaklanan uyuşmazlıklar Dolayısıyla AİHM’ne yapılan şikâyet konularının başında gelmektedir. AİHM’nin bu şikayetler hakkında vermiş olduğu kararlar, “mükellef hakları” konusunda gerekli tedbirleri alarak mülkiyet hakkının ihlal edilmesine yol açan yasal düzenlemeler ve uygulamaların ortadan kaldırılması gerektiğini göstermektedir. DEVA Partisi olarak “mükellef odaklı” bir vergi politikası izleyerek vergilendirme yetkisi Dolayısıyla mükelleflerin uğramış olduğu mülkiyet hakkı ihlallerinin ortadan kaldırılması için gerekli tedbirleri alacağız.

 

NASIL?

  • Uygulayacağımız vergi politikalarında “vergi adaleti ilkesi”ni esas alarak vergi yükünün adaletli bir şekilde dağılımını ve herkesin mali gücü oranında vergi vermesini sağlayacak tedbirleri alacağız.

 

  • Verginin kanuniliği ilkesi”ne uygun bir şekilde, hukuki belirlilik ve güvenlik ilkesini teminat altına alan, açık ve öngörülebilir bir vergi mevzuatı oluşturacağız.

 

  • Vergi suç ve kabahatlerine yönelik yaptırımlarda “ölçülülük” ilkesine riayet ederek mükellefi aşırı ve orantısız külfet altına sokan ve mülkiyet hakkının ihlal edilmesine yol açan uygulamalara son vereceğiz.

 

  • Yaptığımız işlemlerde ve gerçekleştirdiğimiz düzenlemelerde vergi kanunlarının adil, hukuksal, tarafsız ve rekabeti koruyucu bir şekilde uygulanmasını esas alacağız.

 

  • Vergi adaleti ilkesi”nin ihlal edilmesinin en önemli sebeplerinden birisi olan vergi affı uygulamalarına son vereceğiz
Sosyal Haklar

Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir devlet olduğu hususu ifade edilmektedir. Anayasanın 5. maddesinde ise kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, temel hak ve hürriyetleri sosyal devlet ilkesi ile bağdaşmayacak surette sınırlayan engelleri kaldırmak devletin görevleri arasında sayılmıştır. Sosyal devlet ilkesinden hareketle, Anayasa’da bireylerin Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler başlığında bazı düzenlemeler yapılmış, bu kapsamda; Ailenin Korunması ve Çocuk Hakları, Eğitim ve Öğretim Hakkı, Kıyılardan Yararlanma, Çalışma Hürriyeti, Sendikal Haklar, Sağlık, Çevre ve Konut Hakkı, Gençliğin Korunması, Sosyal Güvenlik Hakkı yönünden hükümlere yer verilmiştir. Tüm bu düzenlemelere karşın etnik, dini, coğrafi, ekonomik ve siyasal sebeplerle kişilerin bu haklardan aynı ölçüde yararlanması mümkün olmamaktadır.   

DEVA Partisi olarak, ‘kişilerin insanca, onurlu ve güvenli bir yaşam sürmesini sağlayan haklar’ olarak tanımlanan sosyal hakları güvence altına almanın, devletin asli görevi olduğuna inanıyoruz. Bu sebeple, ‘Sosyal Haklar’ alanında hayata geçirmeyi planladığımız tüm çözüm önerilerimizi, “İnsan onuruna yaraşır bir hayat” ilkesinden hareketle oluşturduk. Böylece, sosyal hakların doğasına uygun biçimde, sosyal devlet ilkesine ve evrensel değerlere dayalı bir zeminde, kimsenin sosyal haklardan yararlanma bakımından geride bırakılmadığı aksine bu hakların adil ve yaygın biçimde kullanımının tam anlamıyla tesis edildiği bir yapıyı hayata geçireceğiz. 

1.İNSAN ONURUNA YARAŞIR BİR YAŞAMI TEMİN EDECEĞİZ

NEDEN?

Ülkemizde tüm demokratik haklarda olduğu gibi sosyal hakların gereği gibi güvence altına alınamamasının temel nedenlerinden biri de devletin görevini yerine getirirken insan onuru temelli bir yaklaşım sergilememesidir. İnsanların muhtelif saiklerle ayrımcılığa tabi tutulması önlenememekte, ayrımcılık ve farklı muameleye tabi tutulma örnekleri hızla artmaktadır. Kişilerin kimi sosyal haklarını kullanırken farklı muameleye tabi tutulması, iktidar tarafından bilinçli bir politika olarak sürdürülmektedir.

NASIL?

  • Bireylerin temel ihtiyaçlarının karşılanacağı koşulların sağlanmasına yönelik tüm tedbirleri alacağız.
  • Kişilere insanlık dışı muamele, aşağılanma ve utanma duygusu yaşatabilecek tüm uygulamalara tereddütsüz son vereceğiz. 
  • Yoksul yurttaşlarımıza aile bazlı “Asgari Gelir Desteği” sağlayacağız.
  • Yaşlı bakım sigortasını hayata geçireceğiz.
  • Yoksul ailelerde yenidoğan bebeklere 1 yıl boyunca başta; süt ve bebek maması olmak üzere gıda desteği vereceğiz.
  • Yoksul ailelerimize kış aylarında ısınma yardımı yapacağız.
  • Dar gelirli ailelere ucuz veya düşük kirayla konut temin edeceğiz.

2.SAĞLIK HAKKINI GÜÇLENDİRECEĞİZ 

NEDEN?

İnsanların sahip olduğu hakların özünü yaşam hakkı oluşturur. Bu hakkın gereği gibi kullanılmasının temel şartı da sağlıklı olmaktır. Devletin asli görevlerinden birisi de bireylerin sağlıklı bir yaşam sürmeleri için gerekli ortamı sağlamaktır. Son zamanlarda ülkemizde sağlık hizmetine erişimde ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Siyasal iktidarın doktorlar başta olmak üzere sağlık meslek mensuplarına yönelik haksız ve yakışıksız tutumu bu hizmetin gereği gibi ifa edilmesini engellemektedir. Sağlık hizmeti veren kurumların yapılandırılmasında yaşanan sorunlar da insanların kaliteli sağlık hizmetine erişimini zorlaştırmaktadır. Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerinin mali yapısı bozulmuş ve kimsenin memnun olmadığı bir sağlık sistemi ortaya çıkmıştır. 

NASIL?

  • Sağlık hakkını anayasada doğrudan düzenleyerek, Anayasanın 56. maddesine “Herkes sağlık hakkına sahiptir. Hiç kimse temel sağlık hizmetlerinden yoksun bırakılamaz. Devlet sağlık hakkının gerçekleşmesi için gerekli her türlü tedbiri almakla yükümlüdür. Devlet, sağlık alanındaki görevini, kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kuruluşlardan yararlanmak suretiyle etkili bir sağlık hizmeti ağı kurarak ve onları denetleyerek yerine getirir.” hükmünü ekleyeceğiz.
  • SMA hastaları başta olmak üzere tedavisi için yurt dışından hizmet alması gereken kişilere her türlü idari ve mali kolaylığı sağlayacağız. Bu tedavilerin kısa zamanda ülkemize kazandırılması için bilim insanları ile eşgüdüm halinde çalışmalar yürüteceğiz. 
  • Yaşlı vatandaşlarımızın karşılaşabilecekleri sağlık problemlerine karşı onları daha güçlü ve dayanıklı kılacak bakım sigortası uygulamasını geliştireceğiz. 

3.SOSYAL GÜVENLİK HAKKINI GÜÇLENDİRECEĞİZ

NEDEN?

Sosyal güvenlik hakkı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde temel bir insan hakkı olarak sayılmıştır. Ülkemizde sosyal güvenlik sisteminde sık aralıklarla yapılan değişiklikler, çalışma barışını ve toplumsal huzuru bozmaktadır. 1990’lı yıllardan itibaren sosyal güvenlik sisteminde bütçeyi zorlayan ciddi açıklar sonrası önce 1999 yılında müteakiben 2008 yılında kapsamlı reformlar yapılmıştır. Popülist politikalar sonucu sürekli yürürlüğe konan prim afları ile sistemin sürdürebilirliğine büyük darbeler vurulmaktadır. Bu düzenlemeler sonrası farklı yıllarda sosyal güvenlik sistemine dahil olan bireyler arasında eşitsizlikler oluşmuştur. 

DEVA Partisi olarak bireylerin tümünün sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi için sosyal güvenlik şemsiyesine dahil olması gerektiğine inanıyoruz. Çalışma hayatında yer alarak emeklilik hakkı elde eden kişilerin de emeklilik şartlarını iyileştirmek önceliklerimizdendir.

NASIL?

  • Emeklilik maaşlarının satın alma gücünü koruyacak tedbirler alacak, emekli aylıklarını satın alma gücünü koruyacak şekilde artıracağız.
  • “Yıpranma Payı’’ uygulamasını ‘’tehlikeli işler’’ sınıfında çalışanlar için daha adil bir hale getireceğiz. Risk seviyesi yüksek işlerde çalışanların hizmet sürelerine eklenen prim gün sayısını artıracağız.
  • İş kazalarını önleyecek, iş sağlığı ve güvenliğini sağlayacak dönüşümleri gerçekleştireceğiz.

4.ENGELLİ HAKLARINI GÜÇLENDİRECEĞİZ

NEDEN?

Fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duyusal yetilerinde çeşitli düzeyde kayıplarından dolayı topluma diğer bireyler ile birlikte eşit koşullarda tam ve etkin katılımını kısıtlayan tutum ve çevre koşullarından etkilenen bireyler olarak tanımlanan engelliler, toplumsal hayatta en fazla ihmal edilen kişilerdendir. Anayasa’da 61. Maddede “Sakatlar” olarak tanımlanan, 2010 değişikliğinde kendilerine “özürlüler” adıyla yer verilen bu kişilere devlet tarafından istenen düzeyde imkân sağlanmamaktadır. DEVA Partisi olarak engellilerin haklarının tanınmasını eşit yurttaşlık ilkesinin gereği olarak görmekteyiz. Temel hedefimiz engellilerin toplumsal hayata ve çalışma hayatına tam katılımıdır.

NASIL?

  • Engelli bakım evleri ve kreşler açarak ailelere destek sağlayacağız. 
  • Engellilerin; konaklama, bakım ve sağlık hizmetlerinden ücretsiz şekilde yararlanabileceği, kısa süreli bakım evleri ve yaşam merkezleri oluşturacağız.
  • Evde bakım aylığı alanların, genel sağlık sigortası primlerini ödeyeceğiz, varsa geçmişe yönelik borçlarını sileceğiz.
  • Engelli yurttaşlarımızın engellilik seviyesine göre almış olduğu maaşları her kademe için iyileştireceğiz.
  • Engellilerin çalışma hayatına tam katılımını sağlayacak politikaları hayata geçireceğiz. 
  • Engelli yurttaşlarımızın yasal ve insani hakkı olan çalışma hürriyetini elde etmesi için, kamu ve özel sektörde engelli istihdamına ilişkin belirlenen kontenjanların doldurulmasını sağlayacağız. Atamalarda ve özel sektör denetimlerinde; engelli istihdam kontenjanlarını önceliğimiz haline getireceğiz.
  • Engellilerimizin hem kamuda hem de özel sektörde kolay bir şekilde iş bulmasını sağlamak için beşerî sermayelerini artırıcı; mesleki eğitim ve sertifika programlarını düzenleyeceğiz.
  • Engellilerin yetkinlikleri ve yapabilecekleri işlere ilişkin detaylı bir veri tabanı oluşturacağız. Elde edilecek sonuçlara göre bu kişileri uygun eğitim programlarına katılım hususunda teşvik edeceğiz. 
  • İçinde bulunduğumuz dönemin bir gereği olarak engelli bireylerin yazılım, kodlama, siber güvenlik, e-ticaret alanlarında istihdamını sağlayacak projelere öncelik vereceğiz.  
  • Engelli yurttaşlarımızın; toplu ulaşım araçlarına, iş yerlerine, kamu binalarına, konutlara ve tüm sosyal alanlara sorunsuz şekilde erişebilmesi için gerekli olan alt yapı çalışmalarının tümünü gerçekleştireceğiz. Engelli erişimini sağlayabilmek için; kamuya, özel sektöre ve STK’lara ekonomik destek paketi sağlayacağız.
  • Engelli bireylerin diğer bireyler ile kaynaşmasını sağlayacak tedbirler alacağız.
  • Engellilerin yararına çalışan STK’ları destekleyeceğiz.

5.SENDİKAL HAKLARDA AVRUPA BİRLİĞİ STANDARTLARINI SAĞLAYACAĞIZ 

NEDEN?

Çalışanların hak ve menfaatlerini gereği gibi koruyabilmeleri için sendikal olarak örgütlenebilmeleri demokratik toplumlarda büyük önem taşımaktadır. Ülkemizde sendikalaşma oranı son derece yetersizdir. İş sağlığı ve güvenliğinin yeterince tesis edilmediği, çalışanların yasal haklarını gereği gibi alamadığı bir ortamda sendikalaşma büyük önem taşımaktadır. Özellikle özel sektörde sendikalaşmanın önüne ciddi engeller çıkarılmakta, kamu işyerinde kurulu bulunan sendikalar ise büyük ölçüde aidat sendikacılığı yaparak başka bir sorunlu yapı oluşturmaktadır. İktidar, ideolojik olarak kendine uzak gördüğü sendikalara sürekli zorluk çıkarmakta ve çalışanları kendine yakın gördüğü sendikalara üye olmaya zorlamaktadır. Yine bu dönemde asli bir sendikal mücadele yöntemi olan grevler sürekli ertelenmektedir.  2003 – 2020 döneminde 17 grev erteleme kararnamesi yayımlanmış ve bu durumdan 194.039 işçi etkilenmiştir. Sendikal mevzuatımız ILO ve AB standartlarının gerisinde kalmıştır.

NASIL?

  • İşçi ve işverenlerin sendikalaşmasını kolaylaştırarak, toplu iş sözleşmelerini yaygınlaştıracak hukuki ve idari düzenlemeleri gerçekleştireceğiz.
  • Mevzuatımızı ILO ve Avrupa Birliği standartları ile uyumlu hale getireceğiz. 
  • Keyfi grev ertelemelerini sonlandıracağız.
Çevre Hakları

1.ÇEVRE HAKKINI GÜÇLENDİRECEĞİZ

 

NEDEN?

Herkes, insanî gelişimi mümkün kılan, sağlıklı, ekosistem açısından dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre değerlerini korumak, kirliliğini önlemek, kalitesini yükseltmek ve gıdaların doğallığını sağlamak herkesin ve devletin görevidir.

 

Sağlıklı bir ekosisteme sahip bir dünyayı miras bırakmak her neslin bir sonrakine borcu; bu şekilde emanet edilmiş bir dünyaya doğma hakkı ise her gelecek neslin hakkıdır. Buna rağmen, günümüzde küresel ekolojik kriz, hızlı ve yıkıcı etkileriyle her zamankinden daha görünür bir sorun haline gelmiştir. Ormanların yok olması, sera gazı emisyonlarının artması, yenilenemeyen kaynakların tükenmesi, su kaynaklarının kirlenmesi, çölleşme, su baskınları ve iklim değişikliği gibi çeşitli sorunlara yol açan ekolojik kriz, mevcut ve gelecek nesilleri etkilediği gibi bütün canlı yaşamı ve doğa üzerinde büyük bir tahribata yol açmaktadır.

 

Nitekim iklim krizi, aşırı hava olayları, ekosistemlerin yok olması, gıda güvenliği ve temiz su kaynaklarının yok olması, 21. Yüzyılda insanlığı tehdit eden temel konular olarak öne çıkmaktadır.

 

NASIL?

  • Çevre haklarına ilişkin anayasal ve yasal düzenlemeler uluslararası hukukla uyumlu hale getirilecek, Anayasa’da doğal yaşam kaynakları ve çevrenin korunması konusundaki devletin yükümlülüklerini açık şekilde düzenleyeceğiz. Anayasanın 56. maddesine “Herkes insanî gelişimi mümkün kılan, sağlıklı, ekosistem açısından dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre değerlerini korumak, çevre kirliliğini önlemek, çevre kalitesini yükseltmek ve gıdaların doğallığını sağlamak herkesin ve devletin görevidir.” hükmünü ekleyeceğiz.

 

  • Devleti, toplum sağlığının korunması ve refahının sağlanması amacıyla içme suyu kaynaklarını, tarım alanlarını, ormanları ve hayvanları korumakla; hava ve deniz kirliliği ile çölleşme başta olmak üzere diğer bölgesel iklim krizlerine karşı mücadele etmekle ve düzenli kentleşmeyi sağlamakla yükümlü kılacağız.

 

  • Paris İklim Anlaşması’nın hedefini ve gerekliliklerini yerine getireceğiz.

 

  • Sanayi, ulaşım, inşaat, tarım, atık yönetimi gibi çeşitli sektörlerde iklim hedeflerine ulaşmaya yönelik dönüşümler gerçekleştirecek, söz konusu hedeflerin sağlanmasına yönelik etkili tedbirler alacağız. 

 

  • Doğa ve çevre bilinci içeriğini zorunlu ders haline getireceğiz.

 

  • Ülkemiz için Paris İklim Anlaşması prensipleri doğrultusunda 2050 yılı net sıfır emisyon hedefi koyacağız. 
Hayvan Hakları

1.HAYVAN HAKLARINI ANAYASAL GÜVENCEYE KAVUŞTURACAĞIZ

 

NEDEN?

Bütün hayvanların aynı düzeyde var olma hakkına sahip oldukları, hiçbir hayvana kötü davranılamayacağı, acımasız ve zalimce eylem yapılamayacağı, bütün hayvanların saygı görme hakkına sahip oldukları Hayvan Hakları Evrensel Bildirisi’nde teyit edilmiş; hayvanları koruma ve savunma kurallarının, hükümet düzeyinde temsil edilmesi gerektiği ve hayvan haklarının insan hakları gibi yasayla korunması gerektiği ifade edilmiştir. 

 

Bu doğrultuda, devlet; doğal hayatı ve hayvanları korumalı, hayvanlara yönelik eziyet ve kötü muamele yapılmaması için gerekli tedbirleri almalıdır.

 

NASIL?

  • Hayvan haklarını Anayasada açıkça düzenleyerek, devletin hayvanları koruma ve hayvanlara yönelik eziyet ve kötü muamele yapılmaması için gerekli tedbirleri alacağını açıkça düzenleyeceğiz. Anayasanın 56. maddesine: “Devlet doğal hayatı ve hayvanları korur. Hayvanlara yönelik eziyet ve kötü muamele yapılmaması için gerekli tedbirleri alır.” hükmünü ekleyeceğiz.

 

  • Hayvanları Koruma Kanunu 28/A maddesinin 8. fıkrasını değiştirerek hayvanlara yönelik işlenen bazı suçlarda soruşturma yapılabilmesi için, bakanlık il veya ilçe müdürlüklerinin Cumhuriyet başsavcılığına yazılı başvuruda bulunması veya hayvan sahibinin şikayet şartını kaldıracak, sivil toplum kuruluşlarının da hayvanlara yönelik suçlara karşı soruşturma açılması için başvuru yapabilmesini sağlayacağız. 

 

  • Nesli tükenmekte olan hayvanları koruyacağız. Kanunsuz yapılan avlanmalarla mücadele edip denetimleri artıracağız. Hayvanları Koruma Kanunu’nu günün şartlarına göre revize edecek, biyoçeşitlilik varlığımızı artıracağız.
Siyasi Haklar

Siyasi partilerin serbestçe faaliyette bulunabilecekleri demokratik ve güvenli bir ortam sağlamak, demokrasimize büyük bir katkı sunacaktır. Bu amaçla, siyasi partilerin kuruluş, işleyiş ve kapatılmalarına dair her türlü mevzuat içerisinde kuşatıcı bir değişikliğe gidilmesi gerekmektedir.

Ülkemizde faaliyette bulunan siyasi partilerin halen kapatılma tehdidi ile karşı karşıya kalabilmeleri, seçilmiş milletvekilleri ve yerel idarecilerin hala hukuku ayaklar altına alan birtakım uygulamalar ile görevden alınmaları endişe vericidir. 

Parti yöneticileri ile üyelerinin neredeyse her gün karşı karşıya kaldıkları tüm bu tehditler yanında, demokrasiyi tehdit eden bir diğer durum da parti içi demokrasi bilincinin ülkemizde hala tesis edilememiş olmasıdır. Bireyler, üyesi oldukları siyasi partilerin yönetimsel süreçlerinden dışlanmakta, parti içi kademelerde faaliyet göstermekten uzak tutulmaktadırlar. Demokrasi bilincinin ülkemiz içerisinde gereği gibi tesis edilebilmesi adına, siyasi partilerin dışarıdan maruz kaldıkları tehditlerin giderilmesi yanında, parti içi uygulamaların da dijital dönüşüm sürecine uygun bir şekilde demokratikleştirilmesi gerekmektedir. 

1.SİYASİ PARTİLER VE SEÇİM MEVZUATINI YENİDEN DÜZENLEYECEK, SİYASİ ETİK KANUNU ÇIKARTACAĞIZ

NEDEN?

Siyasi partilerin faaliyetlerinin, çalışmalarının, kendi iç işleyişlerinin ve karar alma süreçlerinin çoğulcu demokrasinin gereklerine uygun şekilde düzenlenmesi, demokratik işlevlerini yerine getirebilmeleri bakımından büyük önem taşımaktadır. Demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olan siyasi partilerin bu amacı yerine getirebilmeleri ancak kendi iç işleyişlerinin ve karar alma süreçlerinin demokrasi ile uyumlu olması halinde mümkün olabilir. Parti içinde oluşmayan demokrasi kültürü sonrasında TBMM’ye yansıyarak, Meclis’in hükümeti etkin denetleyememesine ve güçsüzleşmesine yol açmaktadır. 

Siyasi Partiler Kanunu’nda yer alan partilerin örgütlenmesi, karar alma süreçleri, aday belirleme yöntemleri ve gelir kaynaklarına ilişkin düzenlemeler bir yandan milletvekillerini etkisizleştirmekte, diğer yandan da siyasi partilerin demokratikleşmesini zorlaştırmaktadır. 

Yürürlükte olan Milletvekili Seçim Kanunu temel olarak demokratik içerikten yoksundur. Bu durum demokratik toplumda zorunlu olan çoğulculuğun sağlanması için gerekli olan temsilde adalet ilkesini zedelemektedir. Dolayısıyla TBMM’nin demokratik meşruiyetinin güçlendirilmesi ve güçlü bir meclis için seçmenlerin Meclis’teki temsil oranının artırılması büyük önem taşımaktadır. 

NASIL?

  • Siyasi partiler ve seçim mevzuatını, “Siyasi partilerin faaliyetleri, parti içi düzenlemeleri ve çalışmaları demokrasi ilkelerine uygun olur” şeklindeki anayasal kurala uygun biçimde ve özellikle parti içi demokrasinin güçlendirilmesi amacıyla yeniden düzenleyeceğiz. 
  • Siyasi partiler hakkındaki yasal mevzuat ve yaptırım hükümleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, AİHM içtihatları ve Venedik Komisyonu raporları gibi Avrupa Konseyi standartları ışığında, çoğulcu demokrasinin güvencesini oluşturacak biçimde yeniden düzenleyecek, özgürlükçü bir demokrasiyle bağdaşmayan siyasi parti yasaklarını kaldıracağız.
  • Siyasi Partiler Kanunu’nda parti içi demokrasiyi kurumsallaştıracak, parti üyelerinin siyasi çalışmalara, parti içi eğitim faaliyetlerine, siyasetin finansmanına ve siyasal kararlara katılma usul ve şartlarını demokratik esaslar çerçevesinde sağlayacak değişiklikleri hayata geçireceğiz.
  • Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin temsil gücünü arttırabilmek, temsilde adaleti ve çoğulcu demokrasiyi sağlamak amacıyla seçim barajını %3’e düşüreceğiz. Daha güçlü bir temsil için kadınlara, engellilere ve gençlere kota zorunluluğu getireceğiz. Bu grupların siyasete aktif katılımını teşvik edeceğiz. 
  • Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin, bakanların, siyasi parti genel merkez yöneticilerinin ve belediye başkanlarının görevlerini yerine getirirken uymaları gereken siyasi etik ilkelerinin düzenlenmesi amacıyla Siyasi Etik Kanunu hazırlayacağız. Bu Kanun’da söz konusu kişilerin etik davranış ilkeleri, ayrımcılık yasağı, görevleri ile bağdaşmayan işler, mal bildiriminde bulunması, çeşitli çıkar çatışması durumlarında beyan yükümlülüğü, hediye alma yasağı ve etkili bir denetim ve yaptırım sistemi hususlarını Avrupa Birliği Müktesebatı ve ilkeleri ile Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO)’nun Tavsiye Kararları’na uygun olacak şekilde ayrıntılı olarak düzenleyeceğiz. 

2.SİYASİ FAALİYETTE BULUNMA HAKKINI GÜÇLENDİRECEĞİZ

NEDEN?

Anayasa’da ve yasalarda siyasi parti üyesi olmaya yönelik getirilen kısıtlamalar ve uygulama vatandaşlarımızın siyasi faaliyette bulunmasını kimi zaman engellemekte kimi zaman ise siyasi faaliyette bulunmaktan kaçınmasına yol açmaktadır. Bireylerin özgürce siyasi faaliyette bulunabilmesi, fikirlerini ifade edebilmesi ve örgütlü yapılarda bulunabilmesi demokratik toplum düzeninin en önemli şartıdır.

NASIL?

  • Seçim çevreleri belirlenirken yurtdışında mukim 6 milyonu aşan vatandaşımızın doğrudan Meclis’te temsilinin sağlanabilmesi için yurtdışı seçim çevresi oluşturacağız.
  • Yasama dokunulmazlığının güvencesini artırmak amacıyla seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin, meclis üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı olmadıkça tutulmasının, tutuklanmasının ve yargılanmasının önüne geçeceğiz.   
  • Anayasanın 83. maddesinde yasama dokunulmazlığının kapsamı dışında bırakılan “seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar” ifadesini AYM kararlarını da dikkate alarak maddeden çıkaracak, muğlak ifadelerle yasama dokunulmazlığının engellenmesine müsaade etmeyeceğiz.  
  • Anayasanın 84. maddesinde düzenleme yaparak, milletvekilinin kesin hüküm giyme nedeniyle vekilliğinin düşmesini, AYM’nin bireysel başvurusu hakkında vereceği karara kadar ertelenmesini sağlayacağız. 
  • Siyasi partilerin ekonomik olarak rahatça faaliyet gösterebilmesi için hazine yardımına hak kazanma şartını %3 oy oranından %1 oy oranına düşüreceğiz. Böylece devlet, son milletvekili genel seçimlerinde geçerli oyların en az %1’i oranında oy alan siyasal partilere malî yardım yapacaktır. Yapılacak devlet yardımının dörtte birinin yardıma hak kazanan siyasi partiler arasında eşit olarak paylaştırılmasını, geri kalanının ise yardıma hak kazanan partiler arasında, son milletvekili genel seçimindeki oy oranlarıyla orantılı olarak bölüştürülmesini sağlayacağız.

3.PARTİLERİN KURULMASINDAKİ ENGELLERİ KALDIRACAĞIZ

NEDEN?

Siyasi partiler, doğaları gereği, birbirlerinden farklı şekillerde ortaya çıkmış fikir, inanç ve anlayışların birliktelik içerisinde dile getirildiği ortamlardır. Siyasi parti kuruluşu sırasında bürokratik engellerle partilerin kuruluşu ve tüzel kişilik kazanması engellenebilmektedir.

NASIL?

  • Siyasi parti kuruluşu için İçişleri Bakanlığı’na yapılan bildirim üzerine İçişleri Bakanlığı’nın şartların sağlanmadığı veya belgelerin eksik olduğu gerekçesiyle alındı belgesi düzenlememesi uygulamasını ortadan kaldıracağız. 
  • İçişleri Bakanlığı, kendisine sunulan belgeler ne olursa olsun alındı belgesi düzenlemek zorunda olacak, şartlar ve belgelerde eksiklik görmesi halinde ise bu durumun gerekçesini bildirdiği ve tüzel kişiliğin kazanılmadığına dair ret kararını başvuranlara yazılı olarak 7 gün içerisinde tebliğ etmesini ve bu karara karşı yargı yolunun açık olmasını sağlayacağız. İçişleri Bakanlığı’nın alındı belgesini vermeyi reddettiği durumlarda ise noter kanalıyla belgelerin ulaştırılmasını mümkün kılan bir düzenleme yapacağız. 

4.SİYASİ PARTİLERİN KAPATILMASINI ZORLAŞTIRACAĞIZ

NEDEN?

Parti kuruluşunda haksız engeller çıkarılması gibi siyasi partilerin kapatılmasında da demokratik toplum gerekliliklerinin bir parçası olarak daha somut ve açık şartlar ve usul öngörülmesi gerekmektedir.

NASIL?

  • Anayasa’nın 68/4. fıkrasında öngörülen siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri için öngörülen aykırılık nedenlerinin arasına “nefreti, ırkçılığı, şiddeti teşvik etme”yi de ekleyeceğiz. 
  • Siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştırmak adına tek mercîli kapatma prosedürünü engelleyecek, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne başvuruda bulunmasını dava açma usulünün bir parçası yapacağız. Siyasi partilerin kapatılmasının, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının talebi ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun vereceği izne bağlı olarak açılan dava üzerine AYM tarafından karara bağlanmasını öngöreceğiz.
  • Tüzük veya programdaki hukuka aykırılık nedeniyle parti kapatma davası açılmadan önce ihtar yapılmasını Anayasa’da yapacağımız değişiklikle zorunlu tutacağız. Böylece bir siyasî partinin; tüzüğünün veya programının veya siyasi partinin şiddete başvurma ya da şiddet kullanmayı teşvik etme hariç olmak üzere eylemlerinin Anayasa’nın 68/4. fıkrası hükümlerine aykırı görülmesi halinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının talebi üzerine, AYM tarafından partiye ihtarda bulunulacaktır. İhtarı izleyen üç ay içinde tüzük veya programdaki aykırılık giderilmediği takdirde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ilgili parti hakkında dava açılması talebini Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına iletecektir.
  • Siyasi partilerin kapatılmasını gerektiren fiiller ancak partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca yoğun, sürekli ve demokratik düzene ciddî tehlike oluşturacak bir şekilde kararlılık içinde işlendiği takdirde, bu siyasi parti söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılacaktır. Ancak yasama sorumsuzluğu kapsamında kullanılan oylar, sözler ve düşünce açıklamalarının odak olmanın tespitinde gözetilemeyeceğini Anayasa’da hükme bağlayacağız.

5.YEREL YÖNETİMLERDE SEÇİLME HAKKINA HAKSIZ MÜDAHALELERE SON VERECEĞİZ

NEDEN?

  • Anayasa’nın 127. maddesinde yerel yönetimlerin karar organlarının seçmenler tarafından seçilen organlardan oluştuğu ve seçilmiş organların organlık sıfatını kazanmalarına ilişkin itirazların çözümü ve kaybetmeleri konusundaki denetimin yargı organları tarafından yapılacağı düzenlenmiştir. Bununla birlikte yine aynı maddede, görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya üyelerinin, kesin hükme kadar İçişleri Bakanı tarafından geçici olarak görevden uzaklaştırılacağı düzenlenmiştir.
  • 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 45. maddesinde, belediye başkanlığının herhangi bir nedenle boşalması durumunda görev yapacak olan başkan vekilinin belediye meclisi tarafından seçileceğini düzenlemektedir. Ancak 45. maddeye 674 sayılı KHK ile 2016 yılında eklenen fıkra ile belediye başkanı veya belediye meclisi üyelerinin “terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları” sebebiyle görevden uzaklaştırılmaları halinde, görevden uzaklaştırılanların yerine görev yapacak olanların İçişleri Bakanı veya vali tarafından atanması usulü getirilmiştir.
  • Görevleriyle ilgili bir suç işlediği gerekçesiyle haklarında soruşturma veya kovuşturma başlatılan belediye başkanı veya belediye meclisi üyelerinin geçici olarak görevden uzaklaştırılmalarının her ne kadar kamu yararı bakımından gerekli olduğu söylenebilirse de bu yetkinin İçişleri Bakanı tarafından kullanılması, seçilme hakkının ihlal edilmesine yol açacak uygulamalara sebep olmaktadır. Aynı şekilde, terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları gerekçesiyle görevden uzaklaştırılan belediye başkanı ve belediye meclisi üyeleri yerine görev yapacak kişilerin İçişleri Bakanlığı veya vali tarafından atanması da demokratik ilkelerin ihlal edilmesine yol açmaktadır.

NASIL?

• Yerel yönetimlerin seçilmiş organlarının geçici görevden uzaklaştırma kararındaki yetkinin münhasıran yargı organında olmasını sağlayacağız. Anayasanın 127. maddesinde değişiklik yaparak İçişleri Bakanı’nın yerel yönetimlerin seçilmiş organ ve üyelerini geçici olarak görevden uzaklaştırma yetkisini kaldıracak, geçici olarak görevden uzaklaştırma kararlarının, İçişleri Bakanı tarafından yapılacak olan başvuru üzerine Danıştay tarafından verileceği bir süreç öngöreceğiz.

• 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 45. maddesine 674 sayılı KHK ile eklenen fıkrayı ilga ederek kayyum atamalarına son vereceğiz. Haklarında geçici olarak görevden uzaklaştırma kararı verilen belediye başkanı yerine görev yapacak olan başkan vekilinin her durumda belediye meclisi tarafından seçilmesini sağlayacağız.

İLKELERİMİZ

  • İnsan onuruna dayalı anayasal devletin tesisi
  • Eşit vatandaşlığın sağlanması ve tüm ayrımcılıkların sonlandırılması
  • Herkesin temel hak ve hürriyetlerinin güvence altına alınması

HEDEFLERİMİZ

  • İnsan onurunu esas alan Anayasal devletin tesis edildiği,
  • Temel hakların güvencede olduğu,
  • Yargı bağımsızlığının teminat altına alındığı,
  • Kapsayıcı bir vatandaşlık anlayışının benimsendiği,
  • Anadili ile ilgili hakların Anayasal güvenceye kavuştuğu,
  • Kadınlara yönelik ayrımcılık ve şiddetin son bulduğu,
  • Çocuk haklarının korunma altına alındığı,
  • İşkence ve kötü muamele uygulamalarının son bulduğu,
  • Din, inanç ve vicdan özgürlüğünün önündeki bütün engellerin kalktığı,
  • Düşüncelerin özgürce ifade edilebildiği,
  • Mesleki faaliyetleri dolayısıyla gazetecilerin cezalandırılmadığı,
  • Toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkının hiçbir engele maruz kalmadan kullanılabildiği,
  • Seçilme hakkına haksız müdahalelerin son bulduğu bir Türkiye oluşturmaktır.

Ülkemiz, insan haklarının alacakaranlık çağlarından birisini daha yaşıyor.

Hak ve özgürlüklerin yok sayıldığı siyasal sistem ülkemizi dibe çekerken, insanların nefes alamadığı mevcut iklim hukuk devleti iddiasını boşa düşürüyor. 

Biz, tam demokrasiye giden yolun hak ve özgürlüklerden geçtiğini biliyoruz. Türkiye’ye bir zihniyet değişimi öneriyoruz. Bireyleri; siyasi düşüncesi, yaşam tarzı, dili, etnik kökeni, dini, mezhebi, inanıp inanmaması gibi sebeplerle ayrımcılığa maruz bırakan tüm mazeretleri reddediyoruz. Biz; 85 milyonun her bir ferdinin Türkiye’nin eşit ve onurlu vatandaşı olduğuna inanıyoruz. Eylem planımızı bu doğrultuda hazırladık. Hakların bir pazarlık konusu edilemeyeceği, eşit vatandaşlık hukukunun sağlanmasının Türkiye’nin geçmişten bu yana taşıdığı sorunları çözeceği bilinciyle cesur ve tam demokrat hedefler belirledik. Vatandaşlarımızın özgürlüklerini doyasıya yaşayacağı Türkiye’nin hızla zenginleşeceğini bilerek yaklaşımımızı ortaya koyduk. Şimdi prangaları sökmenin vaktidir. Türkiye’de herkes özgür, eşit ve mutlu olacak.

Okumaya Devam Et Küçült
Ali Babacan

Ali BABACAN

DEVA Partisi Genel Başkanı
Mustafa Yeneroğlu

Mustafa Yeneroğlu

Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı

Tüm çabamız daha adil, özgür ve huzur dolu bir Türkiye için…

Bugün Türkiye, mevcut otoriter rejimin bir sonucu olarak en karanlık dönemlerinden birini yaşamakta, bireyler temel hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakılmaktadır. 

Temel hak ve özgürlüklerin yaygın ihlali, Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuruları olağan-üstü şekilde artırmıştır. Anayasa Mahkemesi tarafından kaldırılamaz hale gelen bu iş yükü bizzat Anayasa Mahkemesi Başkanı tarafından itiraf edilir hale gelmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvurularda ise Türkiye, insan hakları ihlalleri başvurusunda birinci sıradadır. Freedom House’un 2022 endeksine göre de Türkiye yüz üzerinden otuz iki puanla özgür olmayan ülkeler kategorisinde değerlendirilmektedir. V-Dem Enstitüsü’nün her yıl açıkladığı demokrasi endeksinde ise, 179 ülke arasında 147. sırada yer almaktadır. Bu kötü tablo, demokrasi ve hukuk devletinde ciddi bir gerileme, temel hak ve özgürlüklerde yaygın bir ihmal ve sınırlama olduğunu ortaya koymaktadır. Anayasal hakların hemen hemen hepsinde hak ihlalleri bakımından ciddi sorunlar yaşanmaktadır.  Bu sorunlara daha yakından bakıldığında, örneğin, kolluk güçlerinin müdahalelerinde meydana gelen ölümlerin etkin bir şekilde soruşturulmadığı görülmektedir. OHAL döneminde zorla kaybetme vakaları yeniden başlamıştır. İşkence, kötü muamele ve eziyet iddiaları sıklıkla gündeme gelmektedir. Siyasi iktidarın baskısı ile yapılan ısmarlama yargılamalar nedeniyle pek çok vatandaşımız haksız ve hukuka aykırı bir şekilde terörist olmakla yaftalanmakta, özgürlüklerini kaybetmekte ve toplumdaki itibarları zedelenmektedir. Haksız gözaltı ve tutukluluklar, soruşturma ve kovuşturmalar sıradan vaka haline gelmiştir.

Yargılamaların uzun sürmesi, tutuklama başta olmak üzere koruma tedbirlerinin haksız ve hukuka aykırı bir şekilde uygulanması, kişi özgürlüğü için ciddi bir tehlikedir. Hukukilikten uzak kararlarla, kişilerin özgürlüğünden mahrum edilmesinin sonuçları artık telafi edilemez boyutlara ulaşmıştır. Bu nedenle gözaltı süreleri, tutukluluk süreleri, haksız gözaltı ve tutuklama ile birlikte haksız adli kontrol hükümlerinin uygulanması nedeniyle tazminat davası açılabilmesi gibi konularda mağduru koruyan ve daha kolay sonuca ulaşmayı sağlayan yasal değişiklikler yapılması gerekmektedir. Bütün bu ihlallerin işlenmesinde veya düzeltilmemesinde yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılmış ve yargının yürütmenin bir aparatı haline getirilmiş olmasının önemli bir rolü bulunmaktadır. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik sistematik ihlaller çok ciddi boyutlara ulaşmıştır. Basında, sosyal medyada ve daha genel olarak kamusal alanda yapılan düşünce açıklamaları, bilinçli bir şekilde engellenmekte, kriminalize edilmekte ve ceza yargılamaları aracılığıyla korku iklimi oluşturulup eleştirel sesler bastırılmaktadır. Basın özgürlüğü bakımından özellikle son derece sert uygulamalarla karşı karşıyayız. Bugün medya kuruluş-larının büyük ekseriyeti iktidarın etkisi altına girmiş ve iktidarın propaganda aracı haline dönüşmüş ve bu nedenle de toplumun doğru bilgiye erişim imkânı ciddi manada zayıflatılmıştır. Sivil toplum üzerindeki baskı ve ölçüsüz denetim yetkileri, devletten bağımsız olması gereken sivil toplum yapısına büyük zarar vermektedir. Yürütme organı ve idarenin gerçekleştirdiği temel hak ve özgürlük ihlalleri ne yazık ki yargı organları tarafından önlenememekte; hatta kimi zaman yargı faaliyeti iktidar tarafından bir silah gibi kullanılmaktadır. Yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirdiği gerçeği ile hepimiz doğrudan ya da dolaylı olarak her gün yüzleşmekteyiz. Özellikle terör yargılamalarında, ceza hukukunun en temel ilkelerinin dahi uygulanmadığı, üniversite öğrencisinden esnafına, sanatçısından akademisyenine herkesin terörist ilan edilebildiği, toplumun muhalif kesimlerinin sırf düşünceleri sebebi ile sürekli olarak ceza tehdidi ile karşı karşıya bırakıldığı bir dönemden geçmekteyiz. Demokrasi, hukuk devleti ve temel hak ve özgürlüklerdeki içler acısı hâlin düzeltilebilmesi için her alanda kuşatıcı yasal ve yapısal reformların gerçekleştirilmesi gerekmektedir. DEVA Partisi olarak, demokratik hukuk devletinin tesis edilebilmesi için Anayasa’nın, yasaların, uluslararası sözleşmeler ile ulusal ve uluslararası yargı makamlarının bağlayıcı kararlarının gereği gibi uygulanmasını sağlayacak yasal ve yapısal değişiklikler üzerinde ciddi bir şekilde çalışmaktayız. Hukuk ve adalet politikaları alanında bugüne kadar Demokrasiye Geçiş Eylem Planı, KHK Mağduriyetleri Eylem Planı ile Adil Yargı Eylem Planımızı kamuoyuyla paylaştık. Temel Hak ve Özgürlükler Eylem Planı ile vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerini genişletecek ve güvence altına alacak çözümlerimizi sunmaktayız. Tüm çabamız daha adil, özgür ve huzur dolu bir Türkiye için…

Okumaya Devam Et Küçült

ZORLA KAÇIRMA VE KAYBETME VAKALARINI ÖNLEYECEK, GEÇMİŞİ AYDINLATACAĞIZ

Özellikle 90’lı yıllarda yaşanan zorla kaybetme vakalarının çözümü için şeffaf bir süreç yürütecek, kayıplara ne olduğunun ortaya çıkarılmasını, kayıp yakınlarının yaşadığı belirsizliğe son verilmesini ve sorumluların açığa çıkartılarak faillerin cezalandırılmasını sağlayacağız. 

temel haklar yazı 1
temel haklar yazı 2

KİŞİ ÖZGÜRLÜĞÜ VE GÜVENLİĞİ HAKKI

  • Anayasa’nın 19. maddesinde olağanüstü dönemde uygulanabilecek gözaltı süresi için azami bir süre belirleyerek olağanüstü hal süresince en geç bu sürede hâkim önüne çıkarılmayı güvence altına alacağız. 

 

  • Zorla getirme uygulanması için şüpheli veya sanığın usulüne uygun davet prosedürünün işletilmesini esas tutacağız ve uygulamada titizlikle uygulanmasını takip edeceğiz. 

ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ

Hak temelli örgütlenmelerin, demokratik toplumun gereklerine uygun bir şekilde kurulabilmesi ve faaliyetlerini sürdürebilmeleri için özgürlükçü bir politikayı hayata geçireceğiz. Sivil toplum kuruluşlarına yönelik ayrımcılığa ve baskıya son verecek, bu kuruluşların özgürce çalışabileceği güvenli, çoğulcu ve elverişli bir ortam oluşturacağız. 

temel haklar yazı 3
90 ve 360 gününde uygulanacak eylem planları hiç duydunuz mu?

DEVA iktidarının ilk 90 ve 360 gününde uygulanacak eylem planları

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp
Telegram
Email
Print
Skip to content